6 Ocak 2014 Pazartesi
Siyaset bilimci Doç.Dr. Galip Yalman: Organik aydınlar AKP'ye misyon yükledi
Türk Sosyal Bilimler Derneği Başkanı, siyaset bilimci Doç.Dr. Galip Yalman, AKP'yi ve Gezi eylemlerini değerlendirdi
“Organik aydınlar AKP’ye misyon yükledi”
“AKP değişmedi, bazı aydınlar ona misyon yükledi”
“Sınıf temelli siyaset itildi, kimlik siyaseti öne çıkarıldı”
ANKARA-Türk Sosyal Bilimler Derneği Başkanı, ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi öğretim üyelerinden Doç.Dr. Galip Yalman, “organik aydınların 12 Eylül düzeninden ülkenin kurtarılması için ‘normalleşme’ diyerek AKP’ye misyon biçtiğini” ifade ederken, “sınıf temelli siyaset yerine, kimlik siyasetinin öne çıkarıldığını” vurguladı. Yalman, Gezi direnişi sonrasında AKP’ye yönelik eleştirilerin artmasıyla ilgili olarak “AKP hiç değişmedi” görüşünü dile getirdi ve Gezi’nin sandığa yansıması için de “CHP’nin sorumluluk yüklenmesi gerektiğini” söyledi.
Türk Sosyal Bilimler Derneği tarafından düzenlenen 13. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi geçtiğimiz günlerde ODTÜ’de gerçekleşti. Siyaseti “merkez-çevre” “askeri-sivil vesayet” “statüko”, “eski-yeni orta sınıf” gibi kavramlar üzerinden okumak yerine; gerçek bir demokratikleşme için “sınıf temelli siyaset” yollarının açılması gereği üzerinde duran Doç.Dr. Galip Yalman ile sohbet ettik. Sorularımız ve yanıtları şöyle:
Şerif Mardin, 40 yıl önce “Merkez-çevre ilişkileri: Türk siyasetinin anahtarı mı?” diye sormuştu. AKP çevrede, merkezdeki Kemalist elitistler merkezi çevreye karşı koruyor, gibi değerlendirmeler çok yaygındı. Sizin buna karşı olduğunuzu ve hatta “muhalif ama hegemonik” tezini savunduğunuzu biliyoruz. AKP’yi bu tez çerçevesinde nasıl okumalıyız?
Türkiye’nin tarihsel gelişme sürecini, devlet merkezli ancak anti-devletçi perspektiften değerlendiren, akademik yazında devlet geleneği diye de bilinen bir yaklaşımdan beslenen bir söylemin, 1980 sonrasında Türkiye kamuoyunda kazandığı konumu “muhalif ama hegemonik” olarak tanımlamıştım. Söylemin muhalif görünmesi topluma hükmeden, gücü kendinden menkul bir devlet imgesine karşı tavır almasından; hegemonik olması ise bu imgeyi gerçekliğin kendisi gibi gösterdiği ölçüde tartışma gündemini belirlemesinden kaynaklanmaktaydı. Şerif Mardin hocanın merkez-çevre metaforu ile tanımladığı, Türkiye’ye özgü, toplumun taleplerine duyarsız kalan ceberrut devlet modelini kullanarak, Türkiye’nin siyasal yapısı üzerine yapılan çeşitlemeler yaygınlaştı. 12 Eylül düzeninin 82 anayasasında belirginleşen genel çerçevesiyle sınıf temelli siyaset yapmak adeta anayasa dışına itilmişti. 90’lardan itibaren iki temel mücadele ekseni ortaya çıktı. Laiklik-İslam, Kürt meselesi. Sınıf temelli siyasetler yerine, kimlik temelli mücadeleler öne çıkarıldı. Kendini solda tanımlayanlar da dahil liberal aydınlar, 12 eylül düzeninden Türkiye’nin kurtarılması için AKP’ye misyon biçtiler. Türkiye’nin demokratikleşmesi, kendi tercih ettikleri deyimle siyasetin “normalleşmesi” için bunu zorunlu bir şey olarak gördüler. Liberalller -bazılarını tenzih edelim- Türkiye’nin “normalleşmesi” sürecinde kritik görev üstelenen organik aydınlar olarak çalıştılar. Sonra, belli konjonktürler değişti, kendi aralarında ayrıştılar, bir kısmı çalıştıkları gazetelerdeki köşelerinden oldular ya da TV’lerdeki tartışma programlarından dışlandılar. Bu süreçte muhalif ama hegemonik söylemin sözcülerinin kullandığı terimler yenilendi, “statükocular”, “laikçiler” vb ifadeler kullanılmaya başlandı. Ya da, eski ve yeni orta sınıfların mücadelesi konuşulmaya başlandı. Hafif müstehzi olarak, ‘bazı arkadaşlarımız sınıfı yeniden keşfetti’ demiştim.
Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” kavramı çok kullanıldı...
Cumhurbaşkanı’nın sık kullandığı “herkesin yaşam biçimine saygı gösterileceği ifadesi” aslında onun olmadığının ifadesidir. AKP’nin internet sayfasında devletin hizmet için varolduğu, vatandaşlara tercihler dayatamayacağı vurgulanıyordu. Oysa, Başbakan’ın ağzından çok duyduk. Hoşa gitmeyen herhangi bir şeyin kötülenmesinin tipik ifadesi olarak “idelojik” olduğu söylendi. Tekel direnişi sırasında da, Gezi’ye karşı da kullanıldı bu söylem. Başkalarının yaptığı ideolojik, yani dayatmadır, kendilerininki değildir! AKP aslında hiçbir şekilde değişmedi. Zaten otoriter bir devlet biçimi içinde yaşayan bir toplumsak, böyle bir rejimin kendi içinde otoriterleşmesinden sözedilebilir.
AKP muhafazakar demokrat bir parti mi, İslamcı mı, neo-liberal mi, İslamcı faşist mi?
AKP neo-liberal bir parti. Ne kadar demokrat olduğunu hiç tartışmaya bile gerek görmüyorum. Sınıf temelli siyasetin Türkiye’nin siyaset gündeminin dışında tutulması 12 Eylül’ün devamlılığıdır. Başka ülke deneyimlerinin göstediği gibi darbe olmadan, rejim içi değişikliklerle de devlet biçimi değişebiliyor, otoriterleşebiliyor.Türkiye'de demokratikleşme lafının hep gündemde olmasının nedeni, otoriter bir devlet biçimi çerçevesinde yaşıyor olmamız. Bir ara Malezya mı, İran mı olacağız, diye saçma sapan tartışmalar vardı, bunlar aşıldı. Türkiye’ye özgü, Batı kapitalist sisteminden kopmadan, ama onun içinde güçlendiği ölçüde belli noktalarda pazarlık yapan bir iktidar sözkonusu. Kendine göre bir sentez, bir model geliştirme çabası içinde: Neo-liberal İslamcı ya da post-seküler bir Türkiye modeli. Demokratikleşme derken; Kürt sorununu önemsemeden Türkiye’de siyaset yapmak mümkün değil. Mevcut iktidarın bütün bu çözüm, demokratikleşme, yeni bir paket derken Kürt siyasal hareketini minumum da olsa bile tatmin edecek bir değişim, dönüşüm gerçekleştirmeye niyeti olmadığını düşünüyorum.
“Vesayet” kavramı da çok sık kullanıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
2010 referandumuyla iktidar elindeki silahları daha da güçlendirdi, üstelik demokratikleşme adına. Sadece siyasi iktidara belli kurumları kendi isteği çerçevesinde daha fazla kullanma imkanı tanıdınız referandum sonucuna bağlı olarak. 2010’daki Anayasa değişiklikleri ile yetinmeyerek, hala ‘hükümet olduk ama tam istediğimiz gibi iktidar olamadık, bizi engelleyen güçler var’ anlamında bir muhalif söylem yeniden yeniden üretilmeye çabalanıyor. Benim “muhalif ama hegemonik” dediğim söylemin etkinliğini sürdürdüğünün güzel bir göstergesi de “vesayet” sözcüğünün Türkiye’deki siyasal tartışma gündeminin temel kavramlarından biri haline getirilmiş olmasıdır. Devletin sınıfsal çelişkilerden tamamen soyutlanabilen, siyasete hükmeden ancak siyaset dışına itilebilecek bir özne olarak algılanmasına yol açılmakta; devletin toplumsal ilişkilerin tarihsel süreçte aldığı özgül biçimlerden biri olduğunu, dolayısıyla toplumsal güç mücadelelerinden bağımsız olarak var olan bir olgu olmadığını kavramak olanağı ortadan kalkmaktadır.
Cemaat-iktidar kavgasını nasıl görüyorsunuz?
Cemaat denen yapı , kendi İslami referansla tanımlıyor, bayağı örgütlü bir yapı olduğu yazılıyor, çiziliyor. İşadamı dernekleri var, okulları var, konfederasyonları var, ahtapotun kolları gibi. Tamamen izlenimsel söylüyorum; haliyle de korunması, geliştirilmesi gereken birtakım çıkarları var. Buna illa ki maddi diye bakmak doğru değil. Bürokrasinin içinde kadrolaşmaları falan da okuyoruz. Besbeli ki bir çatışma var, zaman zaman su yüzüne çıkıyor, zaman zaman uzlaşılıyor.
Gezi Parkı eylemleri yerel seçimlerde sandığa nasıl yansıyacak?
Kongrede Cem Tüzün, sandıktan Gezi çıkmalı, dedi. Bu, Gezi’de ortak paydayı paylaşanların biraraya gelmesi demek olur. Bir sol cephe çağrısı yapılıyor, onun dışında kalacağı çok belli olan başka sol kesimler var, HDP bir başka cephe. Bunların içinde beğenin beğenmeyin sandıkla ilişkisi itibarıyla muhalefet partisi rolünü oynar gözüken CHP var. CHP’nin kaç yamalı bohça olduğu ayrı bir konu ama Gezi’nin sandığa yansıması denen şey için CHP’nin sorumluluk yüklenmesi lazım. CHP içinde bir taraftan Gezi’de yer alan muhalif kesimler var, ama bir taraftan da neo- liberal çizgiyi sürdürmeye kararlı olduğu mesajını vermesini isteyenler var. Kılıçdaroğlu’nun ABD’ye gitmesi normal, onu söylemiyorum. Ama CHP, kendisine Türkiye’de emek-sermaye ilişkilerini, demokratikleşme mücadelesinin önemli bir unsuru haline getirme hedefi koymadığı sürece çok bir yere gidemez gibime geliyor.
--------------------------
23 Aralık 2013 tarihinde Cumhuriyet Gazetesinde yayımlandı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)