6 Ağustos 2014 Çarşamba

TBMM'de bir Cumhurbaşkanı oğlu, bir Cumhurbaşkanı trunu


Bir zamanlar Çankaya’da!

Osman Korutürk: Bir atamayla ilgili konuşunca babam beni odasından kovdu

Fahri Korutürk’ten “görüş bildiren” oğlu Osman Korutürk’e: Sen kim oluyorsun, çık dışarı!


ANKARA - Türkiye cumhuriyetinin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün torunu Gülsün Bilgehan ve 6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün oğlu Osman Korutürk bugün CHP milletvekilleri olarak parlamentoda. Kendileriyle “Milli Şef’in torunu”, “Cumhurbaşkanı çocuğu” olmak üzerine sohbet ettik. “Bu sıfatlar imtiyaz mı getirdi? Yoksa özel yaşamınızda bir kısıtlılık, dikkatli olma zorunluğu mu getirdi” diye sorduk. “Anayasal” sınırları zorlayıp “başkanlık” mesajları veren Başbakan Tayyip Erdoğan’ın söylemi, “sıfırlama” konuşmaları zihinlerde olan Bilal Erdoğan’ın “Cumhurbaşkanı oğlu” olarak Çankaya’ya çıkması olasılığı üzerine konuştuk.

Osman Korutürk, Erdoğan’ın “monşer” diye suçladığı kesimden emekli bir diplomat. “Başbakan’a oturmasını kalkmasını bilen, temiz terbiyeli konuşan, sağa sola bulaşmayan, işini iyi yapan insanlar batıyor. ‘Monşer’ lafı da oradan çıkıyor” diyor. Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması olasılığıyla ilgili olarak “Cumhurbaşkanlığı köşküne çıkacak kişinin ithamlardan aklanması, alnı açık çıkması lazım” görüşünü dile getiriyor. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı konusunda en başta tereddütleri olan, ancak daha sonra imza veren Korutürk, “Cumhurbaşkanı olmaya layık, namuslu, dürüst, akadamik birikimi olan, kamu görevini çok uzun süredir iyi yapmış bir insan. Mesafenin nedeni, Ekmeleddin beyi daha ziyade bir merkez ya da sağ partinin adayı olarak daha uygun olur diye düşünmemdir. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması durumu daha da vahimleştirir, onun için Ekmeleddin beyi desteklemekten başka çare yok. Herkesin kime oy verirse versin, mutlaka sandığa gitmesi gerek” diyor.

Korutürk, “Cumhurbaşkanı oğlu olmanın imtiyaz değil, kısıtlamalar getiren bir durum olduğunu” anlatıyor. “Cumhurbaşkanı oğlu olduğumuzu çok kimse bilmezdi. Çok yakın arkadaşlarım bilirdi, arka kapıdan girerlerdi köşke” diyen Korutürk, bazı anılarını anlattı:

Vantilatör kayışı kutlaması!: Bakanlığa girdiğim sırada babam Cumhurbaşkanı değildi, senatördü. Ben askerliğimi yapıyordum, İstanbul Boğaz Komutanlığı’ndaydım. Topçu birliklerinde nöbetçiyidim tepelerde. Bizim bataryalar uzak olduğu için personel servisle alınıyor, bize bir kamyon tahsis ettiler, işimize yarayacak bir şey değil, albaya “bunu servis aracı yapalım” dedim. Arabayı hazırladık, şoföre “top sahasında bir dön gel” dedik. Tamam çalışıyor, dedi. Albaya, tamam , dedim. Fakat sonra şoför geldi “vantilatör kayışı kopmuş, çalıştırmadık” dedik , komutan “Bir işi kıvıramıyorsunuz, rezil olduk” dedi. Ben de kendime iş edindim. Kayış bulduk, gece 02.00-02.20’da arabayı çalıştırdık, sabah da bu gitti servise. Sabah bizim personel onla geldi, araçtan çıkıyorlar “Asteğmenim tebrik ederiz” falan diyorlar. “Valla çok uğraştım ama sonunda başardık” deyince durdular. “Neyle uğraştınız" falan diye. “İşte sabaha kadar çalıştık, kayışı bulduk” dedim. “Ne kayışı ya, babanız Cumhurbaşkanı oldu” dediler. Tebrik ederiz, dedikleri oymuş, hiç haberim yoktu.

Çankaya’da fırça: Büyükelçi Candemir Önhon babamın özel kalem müdürüydü. Görev süresini doldurdu, yerine yeni bir özel kalem müdürü gelecek, Dışişleri Bakanlığından bir liste hazırlayıp göndermişler köşke. Ben de o zaman gencim, yaverler de genç, boş kaldığım zaman yaverlerin odasına gidiyorum, otururken nöbetçi yaver “Bir liste geldi, gördün mü” dedi. Birkaç senedir bakanlıktaydım, baktım , onlar babama uyan adamlar değil. Boş bulundum babama dedim ki: “Onlar sana yaramaz”. Çok kızdı, “Sen kim oluyorsun? Sen Dışişleri Bakanlığı’nda küçük rütbeli birisin, 2. katipsin, sen sicil mi veriyorsun, sana mı soracağım ‘bunlar yarar mı’ diye? Soracak olsam Dışişleri’nde adam mı kalmadı? Çık dışarı, bir daha keserim ayağını buradan, gider Moda’da oturursun” diye azarladı. Çok pişman oldum.

Salah Korutürk’ün sınavı: Babamın cumhurbaşkanlığı döneminde kardeşim Salah, Dışişleri Bakanlığı sınavlarına girdiğinde ilk sınavı kazanamadı. Girecek olanları 2-3 kişi arttırsalar listeye giriyor. Çağlayangil, babama “Böyle bir şey oldu ama bir yanlışlık var, bakacağız” demiş. Babam sinirlenmiş. “Yanlışlık olmaz, zaten ben söylemiştim, yeteri kadar çalışmadın, diye. Bir dahaki sefer çalışır girer. Böyle bir şeyi duymamış olayım” demiş. O zamanlar babama mahsus bir tutum değildi bunlar, devlet adamlığı böyleydi. Dışişleri’nde çalıştığım dönemde bana hep bayram, yılbaşı nöbetlerini koyarlardı. O zaman sabaha kadar nöbet vardı. Bilirler, bir şey söyleyemeyiz. “Babası Cumhurbaşkanı onun için itiraz etti. Ayrıcalık mı istiyorsun” derler diye sesimizi çıkaramazdık.

Trafikte bir Cumhurbaşkanı oğlu: Arkadaşlarınızın yaptığı her şeyi siz yapamıyorsunuz en genç yaşlarınızda “aman laf gelmesin” diye. Bir keresinde Ankara’dan İstanbul’a gidiyorum arabayla, süratli kullanıyorum. Polis çevirdi, baktı evraklara “Sizin cumhurbaşkanıyla alakanız var mı” diye sordu. Oğluyum, dedim, “Bir daha tekerrür etmesin” dedi. “Öyle şey olmaz, neyse cezası verelim” dedim. “Cezası sizi biraz üzer. 120 lira cezası var, arabayı trafikten çekeceğiz, sizi de mahkmeye sevkedeceğiz” dedi. Onun üzerine, “Anlayışınız için teşekkür ederim” dedim. İlk defa, bir kere kullandık! O zamanlar 160-170 lira alıyordum maaş olarak... Bir kere yine arabam bozuldu, kuzenimin arabasına bağladık. Pangaltı’da polis çevirdi, yasak böyle götüremezsiniz, diye. Sabit demirle çekeceksin, dedi. Ya arabanın freni bozuk, dedik, kabul etmedi “Peki, cezası neyse ödeyelim” dedik. “Sizin kiminiz kimseniz yok mu, buralarda herkes bir şeyler söyler, birinin yakınıdır” dedi. “Yok, söylemiyoruz” dedik. “O zaman, sen de bendensin, hadi, tamam...” dedi.

Danıştay’a dava: Bakanlığa girdikten 6-7 yıl sonra başkatiplik sınavına giriliyor normalde, eğer doktoranız varsa iki sene kıdem alıyorsunuz, avukatlık stajınız varsa ve meslekle ilgisi varsa 2 yıl daha kıdem alıyorsunuz. Sonra bu “meslekle ilgili olma”yı da kaldırdılar. Benim Cenevre’de iki arkadaşımın doktoraları vardı, erken başkatiplik sınavına alındılar, benim de avukatlık stajım var, dedim ama sınava almadılar. İzin aldım, Ankara’ya geldim, “Sen hiç uğraşma, seni sınava sokarsak Cumhurbaşkanının oğluna istisnai muamele yapıldı, derler” diye geri çevirdiler. Dava açtım Danıştay’da. Kazandım da.

Emel Korutürk’ün resimleri: Annem Türkiye’nin ilk kadın ressamlarındır. Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun, çok önemli insanlarla aynı okulda okumuş. Annem sergilere giderdi, çoğu sınıf arkadaşı, okul arkadaşı ressamların. Resim hediye etmek isterlerdi, “Kabul edemem. Eğer hediye etmek isterseniz bana değil, Köşk’e hediye edin ‘alındı’ belgesi karşılığında. Köşk’te Türk ressammları koleksiyonu olsun” derdi. Köşk’teki pek çok resim o dönemde hediye edildi. Ferruh Başağa, Nuri İyem, Hulusi Mercan, Avni Arbaş, Selim Turan annemin sınıf arkadaşıydı. Bedri Rahmi de çok ahbabıydı.

Babam sivil cumhurbaşkanıydı: Başbakan “Tarafsız olmayacağım. Deniz Kuvvetleri Komutanı Fahri Korutürk mü tarafsızdı..” diyor. Babam asker olmaktan mutluydu, övünürdü ama askere karşı sivil cumhurbaşkanı olarak seçildi. O zaman Silahlı Kuvvetler Faruk Gürler’i dayatıyordu. Benim nöbetçi olduğum, kayışla uğraştım zamanda babamı zannediyorum Çağlayangil aramış, partiler sizin üzerinde anlaşıyor, demiş. Babam da İhsanoğlu’nun dediği gibi “Bu milli görev, kabul etmemek olmaz” demiş. “Ama mecliste grubu bulunan partilerin çoğunluğunun teklif etmesi lazım, bir tek tura girerim, kazanamazsam adaylığımı geri çekerim, 2. bir tura girmem” dedi. Aday olduğu ilk turda seçildi. Erdoğan, babamı hedef alıyor. 1960’da ayrıldı deniz kuvvetleri komutanlığından, 73’te Cumhurbaşkanı seçildi. O arada büyükelçlilik, senatörlük yaptı, sivil siyasi hayatın içindeydi. Sivil, anayasa ile kısıtlı, parlamenter demokrasinin işlemesine önem veren bir Cumhurbaşkanı oldu. Bugün anayasada Cumhurbaşkanına Başbakan’ın vehmettiği yetkileri veren bir hüküm yok. Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmek, yetkisi var, edersiniz; orada çayınızı kahvenizi içersiniz, eğer Başbakan sizinle aynı fikirde değilse, “ziyade olsun sayın Cumhurbaşkanım” der, gidersiniz. Yapabileceğiniz hiçbir şey yok. “Saksıydı” falan o ifadeleri Türkiye’nin başbakanına yakıştıramam.

----------------------------



Gülsün Bilgehan:
"Asıl bize aristokrat diyenler aristokrat"

İsmet Paşa ‘derse kalktın mı’ diye sorardı


Gülsün Bilgehan’la da Pembe Köşk müze-evde sohbet ettik. O da çok sade, mütevazi bir yaşamları olduğunu söylüyor. “İsmet Paşa’nın torunu” olmanın getirdiklerini şöyle özetliyor:

“Ben Başbakan torunu olduğumu, ana muhalefet lideri olarak İnönü’yü hatırlıyorum. 1973’te öldüğünde 17 yaşındaydım. Ben en büyük çocuğuyum, biz bütün bu mahalledeki çocuklar gibi elimize çantamızı alıp Çankaya İlkokulu’na giderdik. Belki bir farklılığımız vardı ama aldığımız eğitimden dolayı o farklılığı göstermemek için herkesten daha sade, herkesten çok daha iddiasız, mütevazi olmaya alışmıştık. Ama herkesten daha çok çalışmamız, ödevlerimizi yapmamız, sözlüye kaldırıldığımızda herkesten daha iyi cevap vermemiz, karnemizin çok iyi olması gerekirdi. Sınıftan eve döndüğümüzde İsmet Paşa bize, ‘Ne yaptınız, bugün derse kalktın mı’ diye sorardı. Ben de, kardeşlerim de olağan evlilikler yaptık. Çocuklarımız bizden çok daha az bu ortamın içinde. Kendi çocuklarım için söyleyebilirim; anaokulunudan üniversiteye kadar pek çok arkadaşları hangi aileden geldiklerini bilmezdi. Hala da öyledir, çalıştıkları yerlerde kim oldukları bilinmez. Ben ilk milletvekili seçildiğimden beri hep yurt dışında görev aldım. Oralarda birçok önyargılı eleştirel gözden ya da övgüden uzak olarak bir Türk milletvekili olarak görev yapabildim. Beni ‘Bayan Bilgehan’ olarak tanıdılar.”

Gülsün Bilgehan “cumhuriyet eliti, aristokrat” eleştirilerine “Bize bu eleştirileri yöneltenlerin bizden çok daha aristokrat olduğuna inanıyorum, yaşam tarzlarıyla imkanlarıyla. Biz bu eve 1925’te İnönü’nün gelişinden itaberen hep sade, orta halli bir memur ailesi olarak yaşadık. Çocuklarımızda da devam ediyor bu alışkanlık” karşılığını veriyor. Erdoğan ve ailesiyle ilgili olarak “Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adayı olmak hakkı, ama arkasında çok ciddi, vahim bir bagajla çıkıyor. Bu bagajı temizlemeden, bu iddialardan aklanmadan Çankaya’ya çıkmasını çok endişe verici buluyorm. Siyasetçi çocuğu olduğum için aileleri korumaya çalışırım, ailelerin haksız yere itham edilmesini, zaten zor olan hayatlarının daha da zorlaştırılmasını istemem. Ama bunu önlemenin tek yolu aklanmaktır” diyor. “Erdal dayımın güzel bir sözü vardır: Gerçeğin er ya da geç bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır” diye de ekliyor.

Bilgehan, 20 yıl önce yazdığı Mevhibe kitabını gösteriyor. Bu kitapta Mevhibe hanımın bir kadın olarak mücadelesi ve hayatından kesitler var. “Mevhibe Hanım hep ilk evlendiği miralay İsmet Bey’in eşi olarak kalıyor, hiçbir zaman first lady olmuyor. Geleneğine, göreneğine, inancına çok bağlı, aynı zamanda da cumhuriyet değerlerini benimseyen bir genç kadın olarak eşinin yanında yer alıyor. Ne önünde, ne arkasında” diyor. Başbakan Erdoğan’ın İsmet İnönü’yü hedef alan suçlamalarına girmek istemeyen Bilgehan, geçmişte de çeşitli suçlamalar olduğunu söylüyor. “3 metrelik kumaş” hikayesini anlatıyor. 1950’den sonra da DP’li bir milletvekili Meclis kürsüsünden, bir devlet kurumundan Mevhibe İnönü için alınan 3 metre kumaşın parasının ödenmediğini söyler. İsmet Paşa , hemen evde o 3 metrelik kumaşın faturasını bulur ve mecliste gösterir. Bilgehan, “Erdal dayım yurt dışında öğrenciyken annesine iyiniyetle bir palto almak istiyor, babasına mektup yazıyor. İnönü’den fırça mektubu geliyor, aklından çıkar, senin öğrenim paranı zar zor denkleştiriyoruz, diye. Bu kadar sade, mütevazi hayatlar” diyor.
-----------------------
30-31 Temmuz 2014 tarihlerinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder