30 Haziran 2014 Pazartesi

HDP Eş Başkanı Figen Yüksekdağ


“Paketle yumuşama, pazarlık olmaz”

“Çözüm tasarısı devrim değil, kazanım”

‘Devrimleri hükümetler yapmaz, halk yapar’



ANKARA - HDP Eş Başkanı Figen Yüksekdağ, Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili olarak “İkinci turda boykot da seçeneklerimiz içinde ama peşinen ilan edilmez” derken; adayların tavrını, söylemlerini dikkatle izleyeceklerini söyledi. Yüksekdağ, “İkinci turda Erdoğan’ı desteklemeyiz, diyebiliyor musunuz” sorusuna “Zaten sayın Erdoğan şu an seçenek dışı. Erdoğan’ın siyaset dili, tarzı ortada. Aslında, desteklememe fikrimizin daha belirgin olduğu bir seçenektir” yanıtını verdi.

HDP Eş Başkanı Figen Yüksekdağ lise mezunu. Bazı dergilerde ve gazetelerde “siyasi gazetecilik” yapmış. Son dönemde, Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Genel Başkanıydı. Yüksekdağ’la Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve çözüm paketi, “Gezi dersleri” “Türkiye partisi olamama” ve “sınıf değil, kimlik siyaseti” eleştirilerine yaklaşımı, Abdullah Öcalan'ın kongreye gönderdiği mesajdaki "TİP örneği" , kadın cinayetleri ve “annelerin bile 'çocuklarının dağa kaçırıldığını söyleyenler' ve 'Barış Anneleri' diye bölündüğü” bir Türkiye’ye bakışıyla ilgili olarak sohbet ettik.

İkinci turdaki tavır: Biz, kendimizi “3. yol” olarak tanımlıyorduk. Aslında 2. seçeneğiz. İhsanoğlu ve Erdoğan aynı sağ muhafazakar siyasi çizgiye dayanıyorlar, birbirlerinden çok farklı değiller. Sayın İhsanoğlu’nun Erdoğan’ın çizgisinden daha farklı şeyler söylemesi gerekir ki ikinci bir çizgiye geçsin, söylemlerini dikkatle izleyeğiz. MHP’nin de desteklediği bir aday olarak, çözüm tasarısı konusunda nasıl tavır alacak, bu bizim açımızdan önemli güncel parametrelerden biri. Sadece kardeşlik tanımlamaları yapmak Kürt sorunun çözümünde belirleyici bir nitelik taşımıyor. İkinci tura kalan adayların HDP’nin dayandığı bütün ezilen kesimlerin taleplerini görebilecek, gönlünü rahatlabilecek bir duruş sergilemesi gerekiyor, bizi anlaması gerekiyor. İki adayda da böyle bir profil, böyle bir vizyon henüz yok. İkinci turda boykot da seçeneklerimiz içinde ama bugünden ilan edilmez.

Paket devrim değil, kazanım: Bu paket bir kazanımdır, bir devrim değil. Devrimi hükümetler yapmaz, halklar yapar. AKP hükümeti tarafından paketlenip altın tepside sunulmuş bir lütuf değildir. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde bir rüşvet teklifi mi gibi algılar var. Abes tartışmalar bunlar. Bu konu, herhangi bir pazarlığın, yumuşamının, alışverişin konusu haline getirilimez. Belirleyici olan bundan sonra atılacak somut adımlardır. Demokratik özerklikten, ana dilde eğitime, hasta tutsakların bırakılmasına, demokratikleşmenin önündeki diğer engellerin kaldırılmasına dek atılması gereken bir dizi adım var.

Koalisyonlar değil, kitle partisi: Her platformda fermuar sistemi güvencesiyle tam eşitlik uygulanıyor, bir kadın, bir erkek. LGBTİ’ler için fermuar sistemi yok ama gayri resmi bir kotamız var, ezilen kesimlerin, inanç gruplarının temsiliyetini önemsiyoruz. HDP’yi siyasetlerin koalisyonu olmaktan çıkarıyoruz. İlk başta bir yandan siyasetlerin koalisyonu, diğer taraftan çok geniş bir mücadele alanının platformuydu.  Bugün de o koalisyon zeminini  korumaya çalışıyoruz, ama giderek HDP'yi bileşenlerden daha fazla bir kitle partisi yapmak istiyoruz.


Sınıf-kimlik mücadelesi: Kimlik mücadelesi, bugün Türkiye demokrasisindeki temel mücadele alanı. Türkiye demokrasisinin önündeki en temel engeller nedir, diye sorduğumuzda ilk çıkacak cevaplardan biri, kimliklerin, kültürlerin  tanınmaması sorunu. Şu an yoksulluk, emek-sermaye çelişkisine dayanan sorun elbette bakidir, ama bugün eğer insanlar Gezi isyanı başta olmak üzere kimlik için sokağa çıkmaya, isyan etmeye devam ediyorsa sınıfsal genellemeler durumu açıklamaz. Sadece sınıfsal nedenlerle ezilmek değil, kimliğinden dolayı çeşitli nedenlerde ezilen kesimler var. Sadece Kürtlerin kimlik sorunu yok ki, Türklerin de var. Alevi toplumu niçin Gezi hareketinde bu kadar öne çıktı? Alevi kimliğinin, faşizan bir baskı altında ezilmesi bir kimlik isyanı değil miydi? LGBTİ’lerin, kadınların isyanı çok kitleseldi. “Yaşam biçimine müdahele” dediğimiz nedir? Kendini ifade etme, özgürlük tarifidir.

Gezi dersleri: O süreç içindeki eksikliğimiz şuydu, bu harekete geç adapte olmaktı HDK bileşenleri olarak. Ama, HDK’yı oluşturan bileşenler, örneğin ben ESP Genel Başkanıyım, ilk gününden itaberen Gezi’deydik. “HDK” adıyla bileşik yapısıyla Gezi’ye müdahele etmekte geç kaldık, ama bileşenler olarak o hareketin her yerinde vardık. Ayrıştırmaya dönük bir dil kullanılıyor. HDP niye yoktu, denmiyor, Kürtler niye yoktu, deniyor. Kürtler kim? Biz ‘Kürtler’ denilenin ta kendisiyiz.

TİP örneği: TİP o dönemde bir koalisyonun ürünüdür. Sol birikimin, emek birikimimin koalisyonunu, biraraya gelişini tarif eder, o dönemdeki devrimci gelişmelerdendir. İlk kadın genel başkan olarak Behice Boran’ı saygıyla anıyoruz. İşçilerin, emekçilerin demokratik, sosyalist sol koalisyonun oluşturması bakımından çok çarpıcı bir örnektir. Dönüm noktalarındandır, bir çentiktir. İkinci güçlü çentik de HDP’dir.

Kadın cinayetleri: İktidarın muhafazakarlığı, erkek egemen ideolojiye saplanıp kalmış olması kadına yönelik şiddeti, linci kışkırtıyor. Erkek egemen ideolojinin bütün agressif yanları hükumetin ve Başbakan'ın diline sirayet etmiş. Kadın cinayetleri, sadece Kürt coğrafyasında yaşanan bir durum değil, ülkenin her yanında yaygın. Tersine, Kürt coğrafyasında yaşayan kadınlar Kürt siyasetinin yarattığı hakemlik, müdaheleci siyasetle kendilerini düne göre çok daha güvencede hissediyor. Orada şiddete uğrayan bir kadın gider belediyeye şikayette bulunur, hızlı ve doğrudan bir yaptırım vardır. Batı’da kadınlar şiddete uğrayınca karakola gider, polis tarafından , git eşinle barış, diye geri gönderilir, öldürülür. Orada yerel yönetim, parti müdahele eder. Somut yaptırımlar var. Eşinin maaşına el konuluyor kadına veriliyor, çok eşlilik kabul edilmiyor, çok eşli birisi parti mekanizmalarında yer alamıyor, şiddet uygulayan erkeklere dönük çeşitli yaptırımlar var.

Annelerin bölünmesi: Kadınları bölen erkek egemen siyasetin elidir, biz kadınları birleştiren bir el olacağız. Çocukları dağa giden annelerle, çocukları askere giden anneler, birbirleriyle karşı karşıya gelen/getirilen annelerin barış ve çözüm için birlikte olması gerektiğini anlatacağız.

İktidar-cemaat kavgası: Hepsi gitsin. Türkiye’nin taşımak zorunda olmadığı yüklerdir. İktidar-cemaat kavgasında her iki kanat da kendi siyasi ikbalinin peşine düşmüş vaziyette. Şimdi, yolsuzlukları da unutturmaya çalışıyorlar.
--------------------
Cumhuriyet  gazetesinde  29 Haziran 2014 günü kısaltılarak yayımlandı.

23 Haziran 2014 Pazartesi

“Tarihle Söyleşiler”, solun tarihi için bir sözlü tarih çalışması...


İlk kitap Devrimci Yol hareketinin “yol”unu inceliyor..

Sosyalist solun vakanüvisliği” için yollarda

Cahit Akçam: “130 kişiyle konuştuk, 170 bin kilometre yol yaptık”



Türkiye solunun en kitselleşmiş hareketi olduğu vurgulanan Devrimci Yol hareketi ve “devrimci yolcuların” serüvenini anlamaya, anlatmaya yönelik kitaplara bir yenisi eklendi. Cahit Akçam ve Veli Sevil'in hareketin önde gelen isimlerin Ali Alfatlı, Ali Başpınar, Mehmet Ali Yılmaz ve Melih Pekdemir’le yaptıkları söyleşilerden oluşan “Tarihle Söyleşiler” kitabı yayımlandı. Kitapta hareketin 12 Mart ve 12 Eylül darbelerindeki tavrı, sol içinde yıllardır tartışılan “ordu gençlik elele, mili cephede” sloganları, 9 Mart- 12 Mart tartışmaları, 1980 askeri darbesi öncesi örgüte iletilen “darbe geliyor” uyarısı, “204 operasyonu”, yenilgi ve tartışma süreçleriyle ilgili tanıklıklar ve değerlendirmeler aktarılıyor.

Cahit Akçam ve Veli Sevil, Devrimci Yol çizgisinden geliyorlar, aynı davada yargılanmışlar. Cahit Akçam, 1988 yılında cezaevinden çıktıktan sonra yarım kalan öğretimini tamamlamış ve SBF'yi bitirmiş. Özgür Açılım Kolektif İnisiyatifi olarak uzun süredir belgesel çalışmalarını sürdürüyorlar. Yeni Çeltek, Tariş-Gültepe-Çimentepe direnişleri, Fatsa, Maraş katliamı ve 3 bölümden oluşan 12 Eylül Adaleti belgesellerini hazırlamışlar. Cahit Akçam, sözlü tarih çalışmasını başlatmalarının arkasında iki acı hikaye olduğunu anlatıyor 2005'te Ali Başpınar'la bir söyleşiye başlamışlar, ancak bir süre sonra bu yol arkadaşlarını kaybetmişler. THKP-C'nin mali saymanı Ziya Yılmaz'la bir sözlü tarih çalışmasına başlamışlar, sonra o da yaşamını yitirmiş. Akçam, “İki çok önemli tanığın tanıklıklarını kayıt altına alamadan onları yitirdik. Bunun üzerine 7 belgeselle sonuçlanmış olan yakın tarih çalışmamızı sözlü tarih çalışması şeklinde sürdürmemizin doğru olacağına karar verdik. Esas amacımız kayıt altına almak, bir tür vakanüvisliktir yaptığımız” diyor.

1960-1990 süreci içinde sol, sosyalist muhalefet içinde önemli görevler üstlenmiş kritik tanıklıkları olan insanların kendi hayat hikayelerini anlatmalarını istemişler. 130 kişiyle konuşmuşlar ve bu söyleşiler için 170 bin kilometre yol yapmışlar. İlk kitap Devrimci Yol hareketinin tarihine ışık tutuyor. Cahit Akçam, “Diğer kitaplarda da aynı çizgide mi sürecek, diğer sol örgütler de olacak mı” sorumuza şu yanıtı veriyor:

130 kişinin yüzde 70'i Devrimci Yol hareketinden gelen insanlar, kalan yüzde 30 THKP-C'nin bizzat o dönemde Mahir Çayan'ın önderliğini yaptığı hareket içinde yer alanların anlatımları. Orhan Savaşçı var bunların içinde, THKO, Halkın Kurtuluşu, TDKP çizgisinde olan oldukça fazla insanla görüştük. Bir müddet daha Devrimci Yol'un Devrimci Yol olmasında emeği olan insanlarla devam etmeyi düşünüyoruz, sonra diğerlerine geçeceğiz. En az 10 kitap çıkacaktır. İlk kitapta Devrimci Yol'da en üst düzeyde görev ve sorumluluk üstlenmiş kişiler var, ondan sonra ikinci halka var, 2. kitap onu içerecek. “

Yakın tarih üzerinde çalışmanın çeşitli açmazları var. Ne de olsa bu ortak tarih üzerinde Cahit Akçam, kendi kardeşi Taner Akçam'la bile aynı düşünmüyor. Yolları ayrılalı epey olmuş. Bunu anımsattığımızda “Onla da aynı bakmadığımız ortada. Söyleşi yaptığımız kişilerin yorumlarına katılıp katılmamam birinci planda önemli değil, Devrimci Yol hareketine çok ciddi emeği olan insanların neler yaptıklarını, bugün nerede durduklarını, düne, bugüne ve geleceğe nasıl baktıklarını insanların öğrenme ve bilme hakları var. O insanların da başkalarına saygısızlık etmeden, ötekileştirmeden görüşlerini paylaşma hakları vardır. Bugüne dair değerlendirmesi en sağlıklı olanlar, geçmişe de en sağlıklı değerlendirmeyi koyacaktır” diyor.

Cahit Akçam, Devrimci Yol hareketi için sıklıklıkla kullanılan “Orta yolcu” eleştirilerine “Devrimci Yol niye kitselleşti diye sorulsa, onun nedeni Devrimci Yolun Türkiyeli olmasıdır, Çin, Arnavutluk ya da SBKP tezlerinden herhangi birini kendisine adres olarak almamasıdır, derim. Yani bunların dışında bir yol çizmiş olmak orta yolculuk olarak yorumlandı. bu orta yolculuk güzel bir şey” karşılığını veriyor. Darbeden önce duyum-bilgi geldiği haberlerine dikkat çekerek yönelttiğimiz sorular üzerine de Akçam, “Bütün solun gelecek darbeye karşı ortak direnişi sağlanamadı. En fazla kitselleşmiş hareket olarak bunun başarılamamış olmasının sorumlusu biziz, diye açıkça özeleştiri yapıyorlar. Ne yazık ki, 80 öncesi sol içinde mevcut olan rekabetçilik, ben merkezcilik buna sebep olmuştur , Devrimci Yol da tümüyle bundan azade değildir herhalde” diyor.

Cahit Akçam, “Fatsa örneğinde yerel iktidarı yaşamış bir çizgiden geliyorsunuz. Gezi size ne hissettirdi” diye sorduğumuzda da şu yanıtı veriyor:
Gezi çıktı ah işte tamam halk kendi iktidarını kendisi kuruyor, falan diye düşünmedim. İlk olarak ülke çapında bu denli bir ayağa kalkışın yaşanması, hele hele devrimcilikle geçmiş bir hayatı olan insanların, herhalde o ölü toprağını kaldırmak mümkün olmayacak duygusuna kapıldıkları bir ortada hepimizi çok mutlu, etti, umutlarımızı tazeledi. O hareket 'yetti gari' hareketiydi. Hedefleri olan, planlı, örgütlü olan bir hareket değildi, bu da doğaldı, onun güzelliği belki de bu doğallığındaydı. Ama, başka Fatsalar da doğacak diye bir beklentim olmadı.

----
Senatör Ekrem Acuner'den darbe uyarısı

Kitaptan seçtiğimiz bazı bölümler şöyle:

DEV-GENÇ’in yerli malı haftası: (Ali Alfatlı’nın anlatımı) Yerli Malı Haftası. Atilla Sarp’ın başkan olduğu, Ruhi Koç’un sekreter olduğu DEV-GENÇ, 69 olabilir, yaz sonu yani okula yeni geldiğim günler, gidin işte ne kadar direklerde koka kola, pepsi kola, yabancı ne varsa indirin, reklam tabelalarını indirin. (...)Pepsi içmiyoruz, koka kola içmiyoruz, tamam. Adi bir gazoz var, Ankara gazozu diye, sarı, onu içiyoruz. Doğu Perinçek’in babası Ankara Gazozlarına ortakmış, Yerli Malı kampanyası o yüzden yapılmış diye bir söylenti çıkıyor. Bu sefer Ankara Gazozu’nu da boykot ediyoruz.

Üç fidan“a hortumlu, hunili çorba içirme girişimi: (Ali Başpınar'ın anlatımı) Deniz, Yusuf ve Hüseyin sanıyorum idam cezalarını protesto anlamında açlık grevine başladılar. O zaman bir hapishane albayı vardı, komutanı Mustafa Kemal Saldıraner, sürekli gelip gidiyor, ikna etmeye çalışıyor. Bunlar da “Yok, biz yemeyeceğiz!” diyorlar. “Sonuna kadar aç kalacağız, açlık grevine devam edeceğiz” 3 ya da 4. gün olabilir ya da daha fazla bir zaman; bir gün Mustafa Kemal Saldıraner, gardiyanlar, subaylar ellerinde hortum, huni ve çorbayla geldiler. Denizleri zorla boğazından besleyecek Saldıraner, çorba akıtacak. Epeyce bir uğraştı, sonra baktı ki böyle de bir çözüm yok, bıraktı gitti.

Senatör Ekrem Acuner’den darbe uyarısı: (Mehmet Ali Yılmaz’ın anlatımı) Tabii senatör Ekrem Acuner bizimle görüşmek istedi, görüşmeye ben gitmiştim. “Bir darbe olursa tavrınız ne olur” dedi bana. Ben de “Biz darbeye karşı çıkarız” dedim. “Yani direnir misiniz” dedi. “Direniriz” dedim. Gelişmelerin iyi gitmediğine dair bir şeyler söyledi. İşte dikkat etmek lazım falan gibi, bir şey anlatmaya çalışıyor ama dolambaçlı konuşuyordu, net konuşmuyordu. (...)Valla sonrasında “Acaba darbe olacak da ikazda mı bulunuyor” filan gibi bir şeyer konuştuğumuzu hatırlıyorum kendi aramızda. (....)Hatta herhalde arkadaşlarla da öyle bir sonuç çıkarmışız ki, biz bir süre sonra dergide yazı yazdık. Bir çağrı yaptık, “Maceracı eylemleri bırakın” gibi. İşte “daha birlikten yana olalım” türünden şeyler yazdık. O zaman bize bazı gruplar galiba Halkın Kurtuluşu'ydu “Yani siz pasifizm mi öneriyorsunuz” gibi suçlamalarda bulundular.
Sundance Kid’e alkış: (Melih Pekdemir Denizler’in idamından sonra ODTÜ’deki günleri anlatırken) Hiçbir şey olmuyordu. Yani 12 Mart kabus gibi çökmüştü üstümüze. En büyük politik eylemler, ne bileyim...Mesele Robert Redford’un bir filmi vardı, Sundance Kid diye, sonunda filmin iki kahramanı Latin Amerika ordusu tarafından kurşuna diziliyor. Filmin gösterimi tam 30 Mart Kızıldere katliamına denk düşmüştü,sinema salonunda korkunç bir alkış koptuğunu hatırlıyorum yani o tür tepkiler oluyordu.

Cumhuriyet’ten uyarı: (Ali Başpınar'ın anlatımı) Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Dev-Yol merkez komitesi üyesi iki kişi yakalandı” haberini de Cumhuriyet gazetesindeki duyarlı insanlar, Melih’le Nasuh’un yakalandığını sızdırıp geride kalanları uyarmak amacıyla yapmışlar. Gerçekten de o gece saat 11’de Oğuz o evden, onlardan ayrılıyor; onlar yakalanıyor.

Büyü bozuldu” sözü: (Melih Pekdemir’in anlatımı) Televizyonda bizim fotoğraflarımız yayımlanmaya başladığı zaman Oğuzhan Müftüoğlu baktı, dinledi: “Eyvah” dedi “Büyü bozuldu!” Çünkü o güne kadar, isimleriyle cisimleriyle bilinmeyen bir kolektif önderliği vardı hareketin. Ve Devrimci Yol'u da kendi kadroları gözünde halk kitleleri gözünde adeta biraz mitos hale getiren, onun bu kolektif önderliğiydi, yani şu ismin bu ismin , şucuların bucuların olmaması, sahiden de yumruklu yıldız peşinde giden bir devrimciler ekibi olmasıydı; işte “o büyü” bozulmuştu.
---------------------------------------------------------------------
Cumhuriyet gazetesi Pazar ekinde 22 Haziran 2014 tarihinde yayımlandı.


16 Haziran 2014 Pazartesi

HDP Şırnak Milletvekili Selma Irmak, 43 yaşında...Hayatının 8 yılı cezaevinde geçmiş...



Gökyüzünü, ayı parmaklıksız görmek çok güzel”

HDP Şırnak Milletvekili Selma Irmak, 43 yaşında. Hayatının 8 yılını cezaevlerinde geçirmiş. Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde anaokulu öğretmenliği bölümünde 2. sınıf öğrencisiyken ilk kez hapse düşmüş ve üç yıl yatmış. Sonra, 2009 yılında bu kez KCK davasından içeri girmiş. “Diyarbakır Cezaevi”nden Özgür Gündem gazetesine yazılar yazmış. “Kadınsın sen evde kal”, “Nefertiti yaşamlar”, “İğne Deliğinden Atlar Geçirmek”, “Gezi Direnişi ve KCK davası” v.s. diye...
Babasını cezaevindeyken yitirmiş. İzinli çıkmış, ancak Derik’teki cenaze törenine katılmasına izin verilmemişti. Selma Irmak, cezaevinde en çok annesiyle sohbet etmeyi özlemiş, sonra gökyüzünü ve toprağı. Çıktıktan sonra bir gün yolda giderken arabayı durdurmuş, kıyıda bir yerde toprağa basmış. Selma Irmak’la TBMM’de AVM’ye benzeyen yeni binadaki “havalandırmaya” bakan odasında sohbet ettik. Duvarları gösterirken “5 yıl boyunca duvarlara baktım, haksızlık bu bana..” diyor.
Selma Irmak’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
Uzun hapislik yıllarının bedellerinden biri de eğitim hayatınız oldu herhalde...Okul bitmedi, siyasetçi oldunuz...
Evet, çıktıktan sonra okula devam etmedim. Politikacı olmayı tercih ettim. Aslında derslerim iyiydi, beni severlerdi, haber yolladılar, gelsin diye. Ama o zaman bir kırılma yaşıyorsunuz. Nedensiz alınıyor ve cezalandırılıyorsunuz. Öte yandan yaftalanmıştım. Konya, yabancı değildi, çocukluğum orada geçti, ailem oradaydı. Sonra, Mardin Kızıltepe’ye döndüler. Ama okul faşist , sağ görüşlülerin çok olduğu bir üniversiteydi. Sol ve yurtsever görüşlü öğrenciler sürekli dayak yiyorduk. Dayak olayından sonra da, polis bizleri gözaltına alıyordu.
Özgürlük sizin için ne anlama geliyor?
Halen özgür hissetmiyorum. Çünkü çıktığım andaki duygum şuydu, geride bir çok insan bıraktım ve çıktım. Kapıyı onların üstüne kapattım çıktım gibi. Mutluluk suçluluk getiriyor. Gökyüzünü, penceresiz, parmaklıksız görmek, ayı parmaklıksız görmek, güneşin doğuşunu ve batışı görmek çok güzel bir duygu. Ama benim arkamda birileri var ve onlar görmemeye devam ediyor, o burukluk yaratıyor. Özgürlük çok insani, çok kadınca bir şey. Ben aslında orada da kendimi çok tutsak hissetmedim. Havalandırmamızda sarmaşıklarımız vardı, bitkileri, meyve kabukları çürüterek, çay ekleyip yaptğımız toprak vardı, orada çiçekler açtı, ben oturmuş kitap okuyordum bir gün, bir arı geldi, oradaki bütün çiçeklere dokundu, hepsini öptü geçti. O zaman dedim ki , işte özgürlük bu. Arı bir yaşam alanı buldu ve buradan bir yaşam parçası aldı götürdü.
Seçim kampanyası nasıl geçti? Seçildiğinizde “içeride” kutlama oldu mu?
Seçim organizasyonunuzun tümünü koğuş arkadaşlarınız yapıyor, sonra basından takip ediyorsunuz. “Selma Irmak seçim bürosu açıldı” haberlerini televizyondan izliyorsunuz! Silopili annelerin önünde benim posterlerim, çok duygulandım. Beni tanımıyorlar, bilmiyorlar, ama kucaklıyorlar posterimi. Halk çok güçlü bir mesaj verdi. Sizin terörist dediğiniz şeylere biz itibar etmiyoruz, kendi vekilimizi seçiyoruz. Operasyonların haksız ve hukuksuz olduğu ve vicdanlarda beraat ettiğimizin en açık göstergesi seçilmemiz.
Tutuklu bazı milletvekilleri bırakıldı, siz sona kaldınız...O günler nasıl geçti?
Arkadaşlar üç sefer benim için bisküvilerden pasta yaptılar, şarkılar, skeçler, eğlence. Ama sonra, artık pasta masta yapmıyoruz, çıkacağın yok, dediler, giysilerimi dağıttım arkadaşlara, tahliye yok, diye. Mustafa Balbay tahliye olduğunda bizim koğuşta da neşeli anlar yaşandı. Bir umuttu tabi, sonra burukluk yaşandı. Özellikle aileler üzerinde etki yaratıyor. 6 kardeşiz. Ben en büyük kızım, Anadolu'da ana-kız derler benim gibi çocuklara. Annemin benim desteğime çok ihtiyacı vardı, cezaevinden çıkacağım umudu onu ayakta tutuyordu. Ama o hale geldi, artık inanamıyordu, ben tahliye olunca, söylemişler, inanmamış. Umut yükseliyor, sönüyor...
MHP'li Engin Alan, “BDP’liler yararlanacaksa ben 100 yıl içeride kalayım” diyor. Siz, cezaevindeyken onunla da bir “duygudaşlık” içinde hissettiniz mi kendinizi?
Duygudaşlık demek bu konuda biraz daha zordur ama şunu söyleyeyim. Avrupa Parlamentosu’ndan bir grup parlamenter gelmişti, sol partilerden. Partimizde şu tartışmayı yürüttük; acaba biz sağ, milliyetçi bir partinin milletvekilini de ziyaret edelim mi etmeyelim mi siz ne dersiniz, diye sordular. Ben de dedim ki; hak ve hukuk herkes içindir, görüşlerimiz birbirine çok zıt olabilir, dışarda kıyasıya bir mücadele ediyor olabiliriz ama şu an koşullar benim için de Engin Alan için de aynıdır. Ben kendim için ne istiyorsam onun için de istiyorum. Engin Alan’ın söylemi daha öfkeli , iyi olmayan bir tutum. Onun meşrebine bırakıyroum. Ancak onu da seçen insanlar var, onun da bırakılması gerekir. Cezaevinde kalması hukuksuzluktur.
Size ilk geçmiş olsun diyenlerden biri Mustafa Balbay’dı. MHP’lilerden “geçmiş olsun” diyen oldu mu?
Balbay ilk gelen vekillerden biriydi, sohbet ettik. Cezaevinden çıktıktan sonraki demeçlerini de dinlemiştik. Haberal gelmedi. MHP’den kimse “geçmiş olsun” demedi. Kuliste bir MHP milletvekili geldi, ne kadar kaldınız, falan dedi. Bu, utangaç bir “geçmiş olsun” herhalde...
Meclis’i nasıl buldunuz? İlk izlenimleriniz neler?
Doğrusu meclisi çok soğuk buldum. Kendinizi farklı, yabancı hissediyorsunuz, çok sıcak bir ortam değil. O mekan sanki insanları değiştiriyor. Uzlaşı, tartışma ve müzakereden uzak bir ortam gibi geldi bana. Bir sürü kamera var, göz var...İzlendiğini, gözlendiğini bilmek insanı geriyor.
Kadın bir Cumhurbaşkanı istekleri dile getiriliyor. Biyolojik kadınlık yeterli mi?
Biz “kadın veya kadın zihniyetinde olan bir erkek” diyoruz. Ben feminist görüşleri de olan biriyim. Sadece biyolojik anlamda kadın olmak yetmez, önemli olan zihniyettir. Bu sistemi kadını da erkeği de kirletiyor. Kadın da iktidara bulaştığında kirleniyor.
Mecliste diğer kadın milletvekilleriyle ortak bir şeyler yapma şansı var mı?
Biz açığız. Kadın bakışı açımız çok sağlam, pozitif. Çok istiyoruz birlikte bir şeyler yapmayı, ancak ne yazık ki aynı karşılığı alamıyoruz. AKP’li Fatma Kotan şiddete maruz kaldığında “Kadına şiddet meclise kadar yükseldi!..” diye yazı yazdım cezaevinden. Benim nezdimde şiddet mağduru bir kadındır, yanında olmak görevimdi. Çıktıktan sonra gelip bir “geçmiş olsun” demesini beklerdim...Hiç görmedim.
Çözüm konusunda AKP’den halâ umutlu musunuz?
AKP’den değil aslında, sistemle devletle olan görüşmeler var. AKP’den önceki hükümetlerin bu konudaki tutumları hep daha ketum ve daha şidddet yanlısıydı. AKP şiddetten yana değildir, anlamında söylemiyorum ama çözüm ve müzakereye en azından giriş yapan AKP’dir. Belki bu umut yaratıyor. Ak Parti’den beklentimiz de yok, biz kendimiz yaratacağız umudu. Umudu tüketmek çok lüks, o lüksümüz yok. Kürt sorunu artık bellli bir noktada, artık çözüm üretilebilir. Şiddet artık bu saatten sonra gereksiz, can acıtan bir noktadadır. Öncesi gerekli miydi diye söylemiyorum ama artık çözüm yoluna girdik. Bu kayıplar artık daha fazla can yakıyor. Bunlara “barış şehitleri” de diyebiliriz. Barış sürecinin ölmemesi gereken insanları, diyebiliriz.

-------------
Cumhuriyet Gazetesi Pazar  ekinde 15 Haziran 2014 tarihinde yayımlandı.