ÇANKAYA YARIŞINDA KÜRT KARTI/
Sezgin Tanrıkulu: Erdoğan'dan kimseye, hele Kürtlere hiç demokrasi çıkmaz
Burhan Şenatalar:: “İnsanlar dillerini öğrenirlerse bölünmeyiz!”
Rıza Türmen: “Ne söylerseniz Türkiye bölünür!...Türkiye karpuz mudur?”
"Çift dilli eğitim yapılabilir"
Oğuz Oyan: Ver çözümü, al diktatörlüğü ahlaksız teklif
“Kürtçe seçmeli ders olabilir”
Levent Gök: Kan akmasına engel olacak hiçbir çalışmanın önünde engel değiliz.
SHP-CHP çizgisindeki sosyaldemokrat partiler tarafından kamuoyunda “SHP’nin 1989 raporu” olarak bilinen Temmuz 1990 tarihli “SHP’nin Doğu ve Güneydoğu Sorunlarına Bakış ve Çözüm Önerileri” raporundan bugüne 22 rapor hazırlanmış. 1990 raporunda, “Anayasadan başlayarak bütün ilgili yasal düzenlemeler demokratik hukuk ilkelerine uygun hale getirilecektir. Anadil yasağı ile ilgili her türlü yasal düzenleme yürürlükten kaldırılacaktır. Kürt Enstitüsü kurulabilecektir” gibi o dönem için son derece ileri görüşler dile getiriliyordu. Rapora o dönemde tüm sağcı politikacılar çok sert tepki gösterirken, DGM de soruşturma başlatmıştı. Bir dönem Kürt seçmene ulaşan, hatta seçim işbirliği yapan sosyaldemokratlar; daha sonra uzun bir süre Doğu ve Güneydoğu’da varlık gösteremedi. Şimdi, Çankaya yarışında “çözüm süreci” en önemli tartışma başlıklarından. Eğer yarış ikinci tura kalırsa Kürt seçmenin tercihi belirleyici olacak. Bu ortamda Başbakan Tayyip Erdoğan “çözüm süreci” kartını öne çıkarırken; CHP de “Bu sorunu biz çözeriz. Türkiye demokratikleşmeden Kürtler demokratikleşemez. Barış isteyen Kürt seçmen Erdoğan’ı desteklemez” ” mesajı veriyor. SHP’nin 1990 raporundan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Özgürlük ve Demokrasi Bildirgesi”ne -adında bile uzlaşılamayan- “Kürt” “Doğu Güneydoğu” “Terör” ya da bazılarınca “Türk” sorunu diye adlandırılan sorunun çözümü için gelinen noktada CHP’nin yaklaşımını inceledik.
----------------
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu:
“Kürt seçmen rapordan bıkmış, çözüm çerçevesi belli”
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, “Kürt sorunu”ndan doktoralı bir siyasetçi. “Bu sorunu ilk gençlik yıllarımdan beri izliyorum, 1984’te ilk avukatlık yıllarımdan beri insan hakları mücadelesi içinde, baroda görev almış bir avukat olarak hep bu konunun içindeydim. Bu sorun beni hukuk doktoru yaptı, ‘hukuk devleti bağlamında etkili başvuru hakkı’ konusunda doktora tezi yazdım” diyor. Son dönemde Doğu ve Güneydoğu’da “ partileriyle ilgili negatif algıyı onarmaya, yurttaşlarla yeniden güven ortamını oluşturmaya başladıklarını” söylüyor. Bölgede hiç milletvekilleri olmamasına karşın, her insan hakları ihlalinde mutlaka bir milletvekillerinin gittiğini, Uludere olayının “Türkiye’nin vicdan meselesi”ne dönüşmesinde katkıları olduğunu vurguluyor. Tanrıkulu ile Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken, çözüm süreci ve CHP’nin geldiği nokta konusunda sohbet ettik.
Yarış ikinci tura kalırsa, Kürt seçmenin Başbakan Erdoğan’ı destekleyeceği kanısı yaygın. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Kürt seçmen niye Erdoğan’a oy versin? 12 yıldır iktidarda olan bir parti var, 12 yıldır gerçekten Erdoğan Türkiye’nin bu temel meselesi konusunda çözüm noktasında samimi, sorunun özüne uygun bir çözüm programı ortaya koydu mu? Sürekli bu sorunu erteleyerek, öteleyerek, sorunu masanın altına süpürerek, zaman zaman sertleşerek ve aşırı milliyetçi, nefret dili kullanarak, zaman zaman zeytin dalı uzatarak bu sorunun parametrelerini elinde rehin tutarak bir siyaset tarzı izledi. 10 Ağustos’tan sonra hiçbir şey ötelenmeyecek, diyor. Yani 12 yıldır öteledin. Bunu söyleyen bir başbakanın samimiyetine nasıl güvenirsiniz? 20 aydır bu süreç devam ediyor, neden yasayı daha önce getirmedin, tam cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde, hem de başlığıyla, içeriğiyle bir şey vaadetmeyen bir yasa getirdin? Kürt seçmenin, kendini böyle tanımlayan seçmenin Başbakana bu sorunun çözümüne inanç nedeniyle oy vermelerini doğru bulmam. Seçeneksiz değiller, 2 seçenek var.
Size göre; Kürt seçmen neden İhsanoğlu’na oy vermeli?
Dünyada sorun çözme konusunda önemli bir diplomasi deneyimine sahip olan bir aday. Mutabakata açık böyle bir aday sorunun çözümüne daha fazla katkıda bulunur. Madem Erdoğan çözümden yana, onu elde tutsunlar, bir tarafta tutsunlar; diğer taraftan mutabakata açık, sorunun çözümü konusunda olumlu görüşler ifade eden birine destek versinler ki mutabakat zemini genişlesin! Pragramtik bakıyorlarsa böyle bakmaları lazım. Başbakan’ın Çankaya’ya çıkması, Türkiye’nin bu sorununu çözümüne yardımcı olmaz, daha da zorlaştırır. Benim bu modelime ülkem destek verdi, der. Onun modeli nedir? Bu meseleyi rehin almak, demokrasi dışı davranış, hukuksuzluk... Böyle bir anlayıştan hiç kimseye, hele hele Kürtlere hiç özgürlük, demokrasi çıkmaz. İkinci tura kalırsa, Demirtaş’a oy veren insanlarda aklı selimin, vicdanın, daha politik, vicdani bir tutumun harekete geçeceğini sanıyorum. Bu da Erdoğan olmayacaktır. HDP için “Aslında mecliste olmaması gereken bir parti” diyen zihniyete bir cumhurbaşkanı adayına nasıl oy verecekler?
Başbakan, 1990 raporuyla CHP’ye yükleniyor. CHP’nin bu raporun gerisinde olduğu eleştirilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnsanlar Doğu ve Güneydoğu’da öldürüldüğü, faili meçhul cinayetlere kurban gittiği zaman kendisi taşra siyaseti yapıyordu, ticaretle falan meşguldü. O raporun ne anlama geldiği anlamaya o zamanki kapasitesi yetmez. Siyasi mirasına sahip olduğu geleneğin o dönem bu raporu hazırlayanları neyle suçladığını çok iyi biliyoruz. CHP en zor dönemde, darbe sonrası yıkımın insan hakları ihlallerinin en yoğun yaşandığı dönemde büyük bir cesaretle çözüm yollarını ortaya koyan bir geçmişe sahip. Aradan 25 yıl geçmiştir; tabii ki o rapor bugünün ihtiyaçlarına cevap veren bir rapor değildir. Ama yazıldığı dönemdeki cesareti, öngörüyü ortaya koymak açısından bir ilktir. Erdoğan’ın kafasına vura vura bunu söyleceğiz. CHP o raporun elbette gerisinde değildir. 2011’de genel başkanımız Hakkari’de ne diyordu? Türkiye Yerel Yönetimler Şartı’ndaki çekinceleri kaldırmalıdır... Şimdi çözümden bahseden Başbakan, o zaman CHP’yi bölücülükle suçladı. Böyle bir Başbakan çözümden yana görünüyor, CHP de çözüm karşıtı görünüyor! Başbakan’a meclise sormuşum, Bakanlar Kurulu’nun yetkisinde olan bu çekinceleri neden kaldırmıyorsunuz, diye...Cevap yok.
Kürt siyasetçiler herhalde iktidarın Abdullah Öcalan’ı muhatap almasını çok önemsiyor...
Dünyanın her yerinde bu sorunun çözümüne yardımcı olacaksa, silahlı şiddet bitecekse, “terör” eylemleri bitecekse, ölümler olmayacaksa, tabii ki bunu sonlandırmaya elverişli araçlarla, elverişli aktörlerle görüşülebilir. Ama bunu siyasal başarı olarak göstermezsiniz, sonuç aldığınız zaman tarih bunu bir yere yazar. Genel Başkanımız 3 yıl önce ifade etti; ölüm olmayacaksa tabii ki görüşülür...Elinize davul zurna alıp söyleyecek değilsiniz. sonuç alınırsa ifade edilir. Devletin birimleri görüşebilir ama bu sorunun çözüm yeri başka merkezler değil; Brüksel , Washington, Erbil değil, Ankara’dır.
Muhatap HDP mi olmalı, diyorsunuz?
TBMM çatısı altındaki bütün partilerdir muhatap, sadece HDP değil. Bu sorun Kürt sorunu olmaktan çıkmıştır, bir Türkiye sorununa dönüşmüştür. Muhatap bütün partilerdir, MHP’dir aynı zamanda. Artık, Taksim Türkiye oluyor; Kadıköy Lice oluyor; Taksim’in “Duran adam”ı Hakkari’de türüyor; Çarşı özgürlük istiyor; Kuğulu Park Eskişehir oluyor. Ortaklık artıyor. Barış, özgürlük, demokrasi herkesin ortak hedefi oluyor.
CHP, çözüm süreci yasasına destek verdi. Bu süreç parti içinde ciddi bir sıkıntı yaratır mı?
Başbakan şunu hesaplamıştı; nasıl olsa CHP karşı çıkcak, ben de seçim döneminde meyden meydan dolaşıp “Bakın biz çözmek istiyoruz, ama CHP bırakmıyor, o yüzden bana yetki verin halledeyim” diyecekti. O malzemeyi elinden aldık. Daha doğru çıkması için katkıda bulunduk, 4. madde revize edildi. Partimiz çoğulcu bir partidir, karşı olan arkadaşlarımız ret oyu verdi.
CHP’nin yeni bir Kürt raporu hazırlaması gerekiyor mu?
Kürt seçmen rapordan bıkmış inanın. Bu sorunun bazı parametreleri var, çerçevesi belli. Bizim verdiğimiz yasa önerileri, araştırma önergeleri var, bunları hep AKP engelledi.
Anadilde eğitim konusunda CHP’nin tavrı belli, bu tavırda bir değişim olabilir mi?
Anadil meselesi temel bir insan hakkıdır. Anadille ilgili öğrenim, eğitim meselesinde esas alınması gereken kriter şudur: BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre “çocuğun yüksek yararı” neyi gerektiriyorsa o yapılmalıdır. Anadil meselesi yasa meselesi değil, anayasanın değişmesi gerekir. Genel Başkanımız da söyledi; bu konu siyasetin mecrasından, dilinden çıkmalı, eğitimciler, pedagoglar çocuğun yüksek yararını getiren model neyse onu önermeliler. Siyaset kurumu da buna uygun düzenleme yapmalı. Temel kaygı şudur. Türkçe resmi dildir, ortak dildir, eğitimin her kademesinde esastır; bunun yanında “çocuğun yüksek yararı” neyi gerektiriyorsa ona uygun model araştırılmalıdır, geliştirilmelidir, uygulanmalıdır. Çağdaş sosyal demokrasinin değerleri de buna izin veren değerlerdir. Anadille ilgili her düzeydeki yasak, anayasal metin dahil olmak üzere hiçbir yerde yer almamalıdır.
Demokratik özerklik isteklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Birileri “demokratik özerklik” der. Bizim parti programızda “yerinden yönetim” der. CHP parti progrmanının en ilerici yerlerinden biri “yerinden yönetim”le ilgili bölümdür. Yerel Yönetimler Şartı’ndaki çekincelerin kaldırılması ve buna uygun modelin Türkiye’de uygulanması konusunda öncülük ettik. Her belediye , her yerinden yönetim kendisine göre uygulayabilir, esnek bir model öneriliyor. Bunun İzmir’de karşılığı başka olur, Trabzon’da ihtiyaç başka, Diyarbakır’da başka olur. Nasıl adlandırıldığı önemli değil. Eğer biz AB hedefinden uzaklaşmak istemiyorsak, o normları esas alıyorsak Avrupa Konseyi’ndeki esaslar da büyük ölçüde yerinden yönetim esaslarıdır. Sadece bir bölge açısından değil, bütün Türkiye açısından esas alan modeli uygulayabiliriz.
Önümüzdeki süreçle ilgili olarak genel af, Öcalan’a ev hapsi tartışmaları da gündemde. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
---------------------
Genel Başkan Yardımcısı Burhan Şenatalar:
“İnsanlar dillerini öğrenirlerse bölünmeyiz!”
CHP Genel Başkan Yardımcısı Burhan Şenatalar, MYK’ye son giren isim. Geçtiğimiz yıl bir grup aydının hazırladığı “Barış için özgürlük, demokrasi” bildirgesine imza atanlar arasında yer alıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın izlediği süreci eleştirdikleri için “CHP sanki sürecin tamanına karşı çıkıyormuş” gibi bir algı yaratıldığını vurguluyor. “1.5 yıldır can kaybı olmuyor, bundan herkes mutlu. CHP özellikle son 4-5 yılda çok daha demokratik , özgürlükçü, katılımcı, coğulcu bir yaklaşım içinde. CHP, görüşmelerin yasal temeli yok, muhalefeti, toplumu bilgiledirmiyorsunuz, bu kadar hayati bir sorunu çözmek için toplumsal mutabakat istiyoruz, diyor. CHP barış sürecine karşı, demek hem geçersiz, hem haksız” görüşünü dile getiriyor. 1990 raporundan bu yana çeyrek yüzyıl geçtiğinin altını çiziyor. “Türkiye çok hızlı değişen bir toplum. O raporun bugüne ışık tutması mümkün değil. İyiniyetimizi, öncülüğümüzü göstermekten bakımından önemlidir. O zaman söylediklerimizin bir bölümü bugün de geçerli, bir bölümü aşılmıştır” diyor.
Şenatalar, “Cumhurbaşkanlğı seçimi 2. tura kalırsa Kürt seçmen ne yapmalı” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Erdoğane başkanlık sistemi dediği zaman asla ABD’deki sistemi düşünmüyor. Oradaki sistemin kuvvetler ayrılığına dayanan bir mantığı var. Erdoğan, Putinvari bir düzen istiyor. Kürt yurtaşlarımızın şunu düşünmeleri lazım: Bütünüyle anti demokrasiyi temsil eden bir bakış açısı bana nasıl bir demokratik yaşam getirebilir? Bu mesele sadece İmralı’yla başlayıp biten bir mesele değil. Günlük yaşamda demokrasiyi yaşamak, tenenefüs etmek konunda Erdoğan bana anti demokrasiyi vaadediyor, Diyarbakır’daki bir Kürde nasıl daha fazla demokrasi vaadedebilir? Kürt sorunu, Türkiye’nin demokratikleşme sorunudur. İki adaya bakarsak, biri Türkiye’yi daha otoriter bir yönetime götürecek, diğeri daha demokratik bir siyasete. 1. turda da 2. turda da Erdoğan’ın desteklenmesinin Kürt yurttaşlar için cazip bir seçenek olduğu kanısında değilim. Kürt seçmenlerin bir kısmı muhafazakarlık nedeniyle, dini inançları için Erdoğan’ı destekleyebilir ama barış sürecine destek verenlerin Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı olarak görmek istemelerini kendi içinde çelişkili buluyorum.”
Şenatalar’ın süreçle ilgili diğer sorularımıza verdiği yanıtlar özetle şöyle:
.Yeni rapor, hatta raporlar hazırlamak tabii ki faydalı olur. Biz bugünkü statükoyu savunuyoruz, diyecek durumda da değiliz. Yerel yönetimler nasıl güçlendirilecek, meselesi için birkaç rapor hazırlanabilir. Bölge idaresi kurulsun, diye ileri sürüldüğü zaman bunu ileri sürenlerin de detaylı raporu olduğundan şüpheliyim. Demokratik özerklik, deniyor içinin nasıl dolduracağı konusunda henüz yeterince bilgi yok. Bölge yönetimleri meselesi sadece etnik açıdan bakılarak çözülecek bir mesele değil, bütün bir kamu yönetimiyle ilgili bir mesele.
.CHP, şu anda genel affın gündemde olduğunu düşünmüyor. Ama zamanı gelince tartışılabilecek konulardan biri. Önümüzde bir cumhurbaşkanı seçimi varken, bunu içiçe sokmayı doğru bulmuyorum. Erdoğan süreçle ilgili somut bir şey söylemiyor, “genel af” diyor mu, demiyor . Belki kapalı kapılar ardında bir şey söyleniyor mu bilmiyoruz.
.Bir insanın dilini konuşması, yazması, öğrenmesi önünde engel olması insan haklarına aykırıdır. Bir insanın kültürünü, tarihini öğrenmesi önünde engel olması insan haklarına aykırıdır. Bunun ötesinde dil öğrenimi nasıl olacak, derseniz, hiçbir dili engellemeye hakkımız olmadığı gibi, küçümsemeye hakkımız da olamaz. Herkesin dilini, kültürü öğrenmesi, geliştirmesi ve yaşaması hakkıdır. Bundan sonrası pedagogların işidir. Uluslararası düzeyde kabul edilen “çocuğun yüksek, üstün yararı” ilkesi vardır. Çocuk zedelenmemeli, horlanmamalı, 2. sınıf hissetmemeli, yeteneklerinin, becerilerinin önü açılmalı, ana dilini geliştirebilmeli, gidebileceği yere kadar ana diliyle gidebilmeli. Türkiye koşullarında da bunun sonucu isteyen aileler için çocuklarının iki dilli olarak yetişmesi. Seçmeli ders buna yetmez. Eğer kendisi, ya da ailesi istiyorsa iki dile hakim olarak yetişebilmeli. Resmi dil Türkçe olacağına göre, Türkçeye hakim olması lazım, arzu ettiği takirde Kürtçeye de hakim olabilmesi lazım. Bunun nasıl olacağını pedagoglar söyler.
.Buna karşı çıkmak “insanlar dillerini çok iyi öğrenirlerse bölünürüz” demektir. İnsanın dilini en üst düzeyde öğrenme hakkını engelleme hakkına sahip değiliz. 2014 Türkiye’sinde aslında bu gibi engellemeler daha sakıncalı. Partimiz içinde büyük çoğunluğun tepki duyacağını sanmıyorum. Kürt sorunu veya demokratikleşme dediğimiz şey bütün toplumu ilgilendiriyor. Bu konular tartışılırken çok yapıcı bir üslupla tartışılması gerekir, istismar edilerek tartışılmamalı.
Murat Karayalçın: Cumhuriyetin altın üçgeninde çözüm
SHP-CHP çizgisinin tarihinde 1990 raporu kadar, Erdal İnönü döneminde 1991 seçimlerindeki SHP-HEP seçim ittifakı ve 2004 seçimlerinde Murat Karayalçın’ın genel başkanlığı döneminde SHP-DEHAP işbirliği önemli bir yer tutuyor. Murat Karayalçın, bugün CHP PM üyesi. Karayalçın, “'1989 raporu’ diye nitelenen rapor aslında 1990 Temmuz’unda PM’de karara bağlanmıştı, ama kamuoyu 1989’u referans tarih olarak kullanıyor. Bu raporun önemi ilk kez Kürt sorunuyla ilgili bir siyasi metnin hazırlanmış olmasından kaynaklanıyor. Türkiye’de demokrasi karşıtı bütün siyasi güçler saldırdı, simge oldu. 1990 raporunu tamamlayan, 1991 yılındaki SHP-HEP işbirliği vardı, 2. SHP’nin 2004 yılında yılında DEHAP, ÖDP gibi sol partilerin tümüyle yerel seçimlerde kurmuş olduğu sol koalisyon vardı” diyor. Karayalçın, o günlerdeki siyasal iklimi ve tartışmaları da şöyle özetliyor:
“Aklınıza gelebilecek bütün siyasi partiler, AKP’nin çekirdek kadroları da içinde olmak üzere, bize saldırdılar. Ben o zaman Ankara belediye başkanıydım. ‘Bölücülük’, ‘vatan hainliği’ ifadelerini hiç çekinmeden kullandılar. Ama 1999’da özelikle Helsinki doruk toplantısından önce AB aday üyeliği kararının alınması için SHP’nin Kürt raporunda dile getirdiği ama suçlandığı çözüm önerilerinin çok büyük bir bölümünü karara bağlamak durumunda kaldılar. Bize saldıranlar, AB istediği için denilenleri yapmak zorunda kaldılar. Ben de ‘Sorunumuz bunu Türkçe seslendirmiş olmamız, belki İngilizce söyleyeydik, dikkate alırlardı’ dedim o günlerde. 2004’te DEHAP’ın da içinde olduğu birlikteliği kurduğumuzda da çok ağır saldırıları uğradık. AKP kadroları, başta Melih Gökçek olmak üzere çok ağır suçlamalarda bulundular. ”
Karayalçın, SHP-CHP çizgisinin Kürt sorunu konusunda 22 metin çıkardığını ve bunların tümünün partinin organları tarafından karara bağlandığını vurguluyor. “CHP, 1990 raporunun gerisinde” eleştirilerine de şu yanıtı veriyor:
“CHP, daha sonra hazırladığı metinlerle bunu aşan yaklaşımları kuşkusuz sergiledi. 2008 CHP programı da çok önemli. CHP bu programında ilk defa kimliklerin hiçbirinin diğerinden üstün olamayacağını, insanların bu kimliklerini onurla taşıyabileceklerini ifade etti. 2011’de seçimler için hazırladığımız Doğu ve Güneydou Anadolu için İktisadi Kalkınma ve Stratejiler raporu, en az o siyasi metinler kadar önem taşıyor. CHP’nin iki siyasi kimliği var, cumhuriyetçi bir gelenekten geliyor, sosyaldemokrat bir kimliği var. İkisini de CHP’nin eşzamanlı olarak taşıması gerekir. Biz, çözüm için platform meclis olmalı, dedik, AKP önerimizi reddetti. AKP’nin malum çözüm süreci devreye girdi sonra. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bu yasa gündeme geldi, zamanlama manidar gerçekten. Bizim çatı adayına destek verenlerin toplamı 19 milyon, AKP’nin toplamı da 19 milyon. 30 Mart’taki katılım oranı olacaksa, seçimleri kazanacak kişinin 22 milyon oy alması lazım. 3 milyon oya bizim de ihtiyacımız var, AKP’nin de. Zamanlamanın manidar olması, bununla bağlantılı. 2. BDP heyeti İmralı’ya gitmişti, tutanaklarını Miliyet yayınlamıştı. Bu görüşmelerin bedeli olarak başkanlık rejiminin destekleneceği ifade ediliyordu. Şimdi o günlere geldik. ”
Karayalçın, “Sorun aslında Kürt sorunu değil, Türk sorunu, hepimizin sorunu, demokrasi sorunu, birlikte yaşama sorunu. Hangi tavizleri versek, neleri koprasak meselesi değil, nasıl birlikte yaşayabiliriz. Bunun için de herşeyi konuşabiliriz, eğitim konusunu da tartışabiliriz. Yeter ki cumhuriyetin altın üçgeni değişmesin. Üniter devlet içinde, ulusun bütünlüğü, yurdun bölünmezliği içinde nasıl ortak yaşayabiliriz, soru bu olmalı” görüşünü dile getiriyor. Karayalçın, demokratik özerklik talepleriyle ilgili olarak da “Anayasa ve yasalara göre yerel yönetimler zaten özerk. Karar organları seçimle geliyor, kendi gelirlerini bütçesini hazırlıyor. Bu ikisi özerkliği özetliyor zaten. Türkiye'de yerel yönetimlerin çok güçlü olduğu bir dönemin içideyiz. Ama AKP tarafından çok ağır bir vesayest uygulanıyor. Asıl bu vesayete hayır denmeli” görüşünü dile getiriyor.
----
Rıza Türmen: CHP; Kürt seçmen için umut olabilir
“Ne söylerseniz Türkiye bölünür!...Türkiye karpuz mudur?”
CHP İstanbul Milletvekili Rıza Türmen, Kürt siyasetçilerin en sıcak baktığı, hatta Cumhurbaşkanı adaylığı bile önerdiği “CHP’li”. CHP’nin yeni adımlar atması ve yeni bir çerçeve ortaya koyması durumunda Kürt seçmenin “umudu” olabileceğini söylüyor. 1990 raporunun “o dönemde yenilikçi olduğunu” vurgularken, “Ama artık köprülerin altından çok sular aktı. Hala eski raporlarla gönderme yapmakla, onu yazarı olmakla övünülmesi bir şeyi gösteriyor; o günden bu yana söyleyecek yeni bir şey olmamış. Şimdi onu aşan bir söylem çıkarabilmeliyiz” diyor. Türmen, “Sorunu, bütün Türkiye’nin demokrasi sorunu olarak görmek gerekir. Bütün Türkiye demokratikleşmeden, Kürtler demokratikleşmez. Kürtlerin demokratik talepleri yerine getirilmeden de Türkiye’nin demokrasi sorunu çözülmez” görüşünü dile getiriyor.
Türmen’in çözüm sürecinde CHP’nin atması gereken adımlar, genel af ve diğer taleplerle ilgili sorularımıza verdiği yanıtlar özetle şöyle:
.İmralı ile görüşmeleri ancak HDP’liler gittiğinde öğrenebiliyoruz. Devletin denetimi altında, müebbet hapse mahkum bir kişi Öcalan. Kürtlerin seçilmiş temsilcileri var burada, muhatap onlar olmalı. HDP muhatap olursa taraflar belli olur. HDP ister İmralı’yla görüşür, ister Kandil’le görüşür, getirir masaya koyar.
.Genel aftan önce başka talepler var, anadilde eğitim, eşit vatandaşlık. Eşit vatandaşlık olmadan bu işi götüremezsiniz. Kürtleri dışlamayan, hiçbir etnik grubu dışlamayan, hiçbir etnik grup üzerinde egemenlik kurmayan bir vatandaşlık tanımı yapmanız lazım.
.“Demokratik özerklik” diyorlar, içi ne olacak bilmiyoruz. Kavramsal olark reddetmemek, içinde ne olacak konuşmak lazım. Yerel yönetimlerden biz de şikayetçiyiz. Giderek merkezileşen bir yerel yönetim anlayışı var. Başkanınız AKP’li değilse iş yapmanız çok zordur. Tabi ki Yerel Yönetimler Şartı, oradaki çekincelerin kaldırılması önemli bir adımdır. “Demokratik özerklik” ne konuşmak lazım. Peşinen reddedilecek şey değil. Bu korkudan vazgeçmek lazım, ne söylersiniz Türkiye bölünür! Ana dilde eğitimi kabul ederseniz bölünür, ademi merkeziyetçilik yaparsanız bölünür...Türkiye karpuz mudur?
.CHP Güneydoğu’da yok. Böyle birşey olabilir mi? Eğer siz AKP’yi aşan bir özgürlükçü söylem geliştirebilirseniz Kürtler niye CHP’ye yaklaşmasın? Genel Başkanın Diyarbakır gezisi çok önemliydi. Yasal zemine oturmalı, eşit vatandaşlık olmalı, ana dilde eğitim siyasetçilerin işi değil pedagogların işi, dedi. Biz içi boş olmasına rağmen süreç yasasını ilkesel olarak destekledik. CHP’nin tavrında bir değişim var. Aslında baskı, tahaküm rejimi getiren bir AKP’nin Kürtlere demokrasi getirmesi mümkün değil. CHP’nin gerçekten işin özünde bir şeyler yapabilme imkanı var. Amaç, bütün etnik grupların, bütün dinsel inançların, bütün farklılıkların beraber yaşayabileceği ortak bir zemin bulmaktır. Bunu en iyi biz bulabiliriz. Yeni bir Kürt raporuyla bir değişim, beraber yaşama çerçevesi ortaya koymamız lazım. Hem Kürtlerin, hem de Türklerin kabul edebileceği bir irade ortaya koymamız lazım.
.Şu hesap yanlıştır; biz ne yaparsak yapalım Kürtler bize oy vermeyecektir. İrade ortaya koyabilirsek, bir ortak çerçeve yaratabilirsek biz itici güç olabiliriz. AKP’nin ilerisinde olup, AKP’ye itici güç olabilmemiz gerekir. Kürtlerin CHP’ye karşı bir eleştirel bakışı var. Ama o bakışta bir beklenti de görüyorsunuz. Onların da AKP’ye fazla bir güveni, inancı yok. CHP böyle bir rol oynayabilirse Kürtlerin umudu olabilir, oy ondan sonra düşünülebilecek bir şeydir. CHP içinde değişik görüşler olması, CHP’yi hareketsizliğe sevketmemeli. Bunu mu kızdırırım, onun mu ayağına basarım, temel kaygı olursa CHP politika üretemez. Artık CHP’ye karşı yeni bir hava var, bir umut , bir değişim var. CHP, Kürtlerin taleplerini gözönünde tutabilen bir söylem geliştirebilse onlar da CHP’ye çok daha yakın olurlar.
.Ana dilde eğitimde pedagogların söylediği önemli. “Çocuğun üstün yararı” açısından bakmak lazım. Evinde hangi dilde konuşuyorsa o dilde eğitime başlaması lazım, der pedagoglar. Çift dilde eğitim, birçok Avrupa ülkesinde var. Anadilinde öğretiyorsunuz, sonra resmi dile geçiyorsunuz. Türkçe resmi dildir, devletin Türkçe öğretmek yükümlülüğü vardır ama Türkçeyle birlikte Kürtçe de eğitim yapılabilir. Çift dilli eğitim yapılabilir.
--------
Levent Gök: Çözüm için derinlikli ve değerli bir duruş sergiledik
CHP Ankara Milletvekili Levent Gök, IRA modelini incelemek için İngiltere’ye giden heyette yer aldı, Uludere komisyonunda etkin bir milletvekili olarak görev yaptı. “Kürt sorununun çözümü konusunda herhangi bir dayatmanın ötesinde, kendi yurttaşlarımız diye benimsediğimiz Kürt kökenli yurttaşlarımızın taleplerini demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel ilkeler çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Biz cumhuriyeti ortak ve eşit koşullarda beraber kurduk. Kimi zaman uygulamadan kaynaklanan olumsuz tutumlar ve 12 Eylül’den sonra başta anadilde getirilen yasaklar işi karmaşıklaştırdı” diyor. Çözüm sürecinde CHP’ye düşenler konusunda da şu görüşleri dile getiriyor:
.CHP, bu konular üzerinde diğer partilere göre daha fazla kafa yoran bir parti. Kürt siyasetinin demokratik ve meşru yollardan parlamentoya girmesi için barajın indirilmesi tekliflerimiz AKP tarafından defalarca reddedildi. Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması, boşaltılan köylere geri dönüşlerin hızlanması, koruculuğun kaldırılması, Diyarbakır cezaevinin demokrasi ve insan hakları müzesi olması, hasta mahkumların durumu, Uludere katliamının aydınlatılması gibi pek çok konuda CHP çarpıcı, adalete ve vicdana seslenen çalışmalar yaptı.
.Yaklaşık 1.5 yıldır Doğu ve Güneydoğu’da kan akmamasını değerli buluyoruz. Meclise getirilen yasa sadece Bakalar Kurulu’na yetki veren bir yasa olmasına karşın, kan akmasın diye çok derinlikli ve değerli bir duruş sergiledik. Kan akmasına engel olacak hiçbir çalışmanın önünde engel değiliz. Elbete cumhuriyetimizin değerleri var, ulusal bütünlüğümüz var. Ama hükümete de bu sorunu çözme konusunda engel teşkil etmeyecek bir duruş sergiliyoruz.
.Biz IRA olaylarını inclemeye gittiğimizde Tony Blair’in baş danışmanı Jonathan Powel, “Bu sorunları çözmeye başlamak bisiklete binmeye başlar, pedal çevireceksiniz, çevirmezseniz, düşersiniz” dedi. Hükümetin bisiklete bindiğini, ama bir süre sonra pedal çevirmeyip bisikletten düştüğünü biliyoruz. Biz diyoruz ki; ortak sorumlulukla hep beraber pedal çevirelim. Kürt kökenli vatandaşlarımızın en ileri demokrasilerde hangi haklardan faydalanılıyorsa o haklardan faydalanmalarından yanayız. Ama toplumdaki bir bölünme paronayası -ki haklı bir korkudur- bu provakasyona yönelik kışkırtıcı açıklamalara karşı çok samimi, içten görüşmeler yapmalıyız. Samimi korkuları giderdiğimiz zaman ancak çözüme gidilir.
.Çözüm sürecinde HDP muhatap olmalı. Akil insanlar görüşmek istedikleriyle görüşebilirler. Hükümet bu yasayı geçirmekle bu işi çözeceğine sanıyorsa yanılıyor. Biz engel değiliz, değerli bir duruş sergiliyoruz, ama ne olup bittiğini bilmek hakkımız.
.Suça karışmamış kişilerin evlerine dönmelerinden hepimiz memnun oluruz. Normal siyasi platformu kullanmaları en doğru seçenek. Hükümetin getireceği tasarılara bakacağız, ama önemli olan toplumun tüm hassasiyetlerini gidereci ortak paydayı en iyi nerede buluruz, orada uzlaşmaktır. Çözüme engel olmayan, ihtiyatlı bir bakış içindeyiz.
.1990 raporu çok önemli, kimsenin Kürt kelimesini ağzına alamadığı bir ortamda yazıldı. Ama şimdi CHP, 1990 raporunun gerisinde değil. Algı operasyonu var. Uludere’de verdiğimiz mücadeleyi eğer başka partilerde verene varsa sözlerimi geri almaya hazırım. Biz samimiyiz, Kürt yurtaşlarımız da Erdoğan gerçeğini bilmek, kaç defa yolda bırakıldıklarını hatırlamak zorunda. Kürt kökenli yurttaşlarımız demokrasi sorununu tüm Türkiye açısından görmelidirler. Erdoğan seçeneğini tercih ettikleri zaman demokrasiye ulaşacaklarını sanıyorlarsa ciddi bir yanılgı içindedirler. Erdoğan denenmiştir, sabıkaları olan bir kişidir.
Oğuz Oyan: Kürtçe seçmeli ders olabilir
CHP’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde çalışmalar yapan heyetine başkanlık yapan İzmir Milletvekili Oğuz Oyan, “SHP’nin 1990 raporu bir milat, ama bugün büyük ölçüde aşıldı” diyor. Bu rapordan sonra ikinci bir adım atılarak Kürt kimliği ile milletvekillerinin Meclise girdiğini anımsatan Oyan, “Kürt siyasi hareketi bu fırsatı iyi değerlendiremedi. Erdoğan’ın mirasçısı olduğunu söylediği sağ hareketler de bunu çok istismar etti” dedi. Oyan, çözüm sürecinde muhatap tartışmalarıyla ilgili olarak “Biz iktidarda olsaydık İmralı’yla görüşmezdik, özgürlüğü kısıtlı bir hükümülyle ve bir istihbarat teşkilatı üzerinden bir ilişki kurmayı ve bunun üzerinden bir çözüm süreci oluşturmayı doğru bulmazdık. Muhatap HDP olmalı” diyor. “Öcalan’a ev hapsi”nin gündeme gelebileceği söylentileriyle ilgili soruya da “Ceza hukuku açısından zor, siyasi ortam açısında zor. AKP açısından da zor” karşılığını veriyor.
Oyan’ın çözüm süreci ve CHP’nin tavrıyla ilgili sorularımıza yanıtları şöyle:
.17 maddelik Özgürlük ve Demkorasi bildirgemiz var. Doğu seferimizde heyetler olarak 4 madde daha ekledik, bu maddelerden bazılarının türevleri olarak. Bunlardan biri, ana dilin devlet okullarında seçmeli ders olarak okunmasının sağlanması. Bu, resmen parti kurullarından geçmiş değil. Ben kişisel olarak diyorum, henüz parti demedi. Partinin çizgisi bugün özel okullarda eğitmdir, ama, burada kalacağım, ötesine gitmem, demedi. Yüzde koyarsınız o yüzdeyi aşan talep olduğu zaman koyarsınız. Boşaltılan köylere geri dönüşün sağlanması, koruculuğun kaldırılması, Sivas Madımak otelinin utanç müzesi yapılması. Bunlar, partinin başka metinlerinde de var zaten.
.Hükümetin zaten varolan yetklilerini bir daha veren tuhaf bir yasa çıkarıldı. Şimdiye kadar sürdürüdğü bütün müzakere süreçlerini legalleştiren, hesap sorulmasını engelleyen ,bundan sonraki müzakerelerde hiçbir kamu görevlisinin, hiçbir siyasi kimliğin sorumlu tutulmamasına dönük bir girişim var. Bu, anayasaya aykırı bir düzenlemedir.
.Bu meseleninin barışçı yollardan çözülmesi konusunda CHP çok kararlı. Bu kararlılık, AKP’de olduğundan çok daha fazla. AKP samimi değil. Seçim dönemlerinde ateşkesi gündemde tutmayı başarıyor, vaatlerin büyük bölümü masa altından yapılıyor, muhtemelen Kürt siyasi hareketini cezbeden birtakım vaatlerde bulunulduğu için hareket AKP’ye çok daha yakın hissediyor kendini. Şimdi, ilk kez iki turlu bir seçim deniyoruz. Bu süreçte, bizim çok büyük bir olumsuzluk olarak gördüğümüz, büyük bir siyasi ahlak yoksunluğu olarak gördüğümüz “ver çözümü, al diktatörlüğü”ne doğru götürüyorlar. Aslında buna Kürt kökenli seçmenlerin de karşı olması gerekir. Bunun üzerine toplumsal barış, bütünleşme sağlanamaz. Bir ülkede demokrasi olmadan, bir bölgede demokrasi olmaz.
.Aşırı güçlenmiş bir Erdoğan, Türkiye’nin her kesimi için büyük bir tehdittir. Çok güçlenmiş ve yan desteklere pek ihtiyacı kalmamış bir kişinin kuracağı faşizan ortamda, insanların soluk alamayacağı bir ortamda bir bölgenin soluk alması mümkün değil. Kaldı ki bugünkü iktidarın bir sünni teokratik düzen kurma eğilimi dikkate alındığında, alevi Kürtler açısından tehditi düşünelim. Bu iktidar halen IŞIK ya da cihatçı hareketlerin tümüne sünni terörist örgütlerle olan duygusal yakınlığı, maddi destek zemini dikkate alındığında, üstüne Rojava va da PYD hareketine karşı IŞİK’i bir şekilde desteklendiğini, hatta Barzani üzerinden de o bölgeye baskı yapıldığı dikkate alındığıda, “Al Musul’u ver Kerkük”ü pazarlığı anımsandığında bunun ne kadar büyük bir tehdit olduğunu anlamamak için siyasi cahil olmak gerekir. Mesele Türkiye sınırlarında, Türkiye’nin toprak bütünlüğü içinde çözülmelidir.
.CHP; “demokratik özerklik” gibi kavramlarla hareket etmiyor. Bu kavramlarının içinin nasıl dolacağı bilinmiyor. Kürt siyasi haraketinden bazı simalar özellikle KCK ve Kandil’in üzerinden gelen birtakım görüşler bunu daha da ileriye taşıyor, federasyonu bile aşan bağımsızlık söylemleri dile getiriliyor. “Demokratik özerklik” denilen şeyin nerede başlayın nerede bittiği belli değil ve bunun hızla bir çözülmeye götürme riski vardır.
.CHP samimi olarak barış yoluyla çözüm istiyor, 90’lar tarzı bir iç savaş üzerinden çözüme kavuşulamayacağını söylüyoruz. Barışçı yollarla demokrasi çinde çözüm için her iki tarafa da görev düşüyor. Kürt siyasi hareketine de sorumluluk düşüyor. Kendi taleplerinin düzeyini Türkiye’de kabul edilebilir bir düzeye getirmeliler, taleplerinin düzeyini düşürmezlerse Türkiye’deki halkın sindirim kapasitesini aşan bir şey olur. Şimdiye kadar karşılıklı milliyetçiliklerin çarpışması çok olmadı, bunun kaşınmaması da gerekiyor.
---------------
1990 raporu: Anadil yasağı kalksın, Kürt Enstitüsü kurulsun
Baykal: Resmi politikaların yok saydığı Kürt sorunu
Rapor, dönemin SHP genel sekreteri Deniz Baykal başkanlığında Fuat Atalay, Hikmet Çetin, Cumhur Keskin ve Eşref Erdem’in yer aldığı bir komisyon tarafından hazırlandı. Baykal, “sunuş” yazısında şu görüşleri dile getiriyordu:
“Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin başarıya ulaşabilmesi için tabu sayılan konuların bir bir ele alınıp açıklığa kavuşturulması gerekir. Arkadaşlarımızın ortaklaşa emeğinin ürünü olan bu çalışmada, Türkiye’nin demokratik bir toplumsal yapıya kavuşabilmesi için çözmesi şart olan Kürt sorununa, ilk defa iktidara aday kitlesel bir partinin uygulama programında yazılı bir belge ile yer veriliyor. Resmi politikaların yok saydığı bu konu önyargısız bir anlayışla, korkusuzca tartışılmadığı sürece toplumsal barışı sağlayacak siyasi programların ortaya çıkarılması olanaklı değildir. Türkiye, insanların dil, etnik köken, gelenek, kültür farklılaşmasını toplumun bütünlüğü içinde ortaya koymaktan korkmamalıdır. Devletin bu farklılaşmaları yasaklar koyarak engellemesi de özendirmesi de yanlıştır. Asimilasyona, var olan bir etnik yapıyı inkâra dönük yaklaşımlarla bu sorunun çözülemeyeceği artık anlaşılmalıdır.”
SHP’nin raporunda yer alan bazı saptama ve öneriler şöyleydi:
*Türkiye Cumhuriyeti bir din, mezhep, ırk ve kafatası cumhuriyeti değildir. Türkiye, etnik köken açısından çoğulcu bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla cumhuriyetimizin temel özelliği, onun bir siyasal bilinç cumhuriyeti olmasındadır. Bu zengin mozaiğin unsurlarından birini ya da birkaçını yoksayan anlayış ve politikalar gerçeklere uymaz ve kabul edilemez.
* SHP politikasında devlet, toplumdaki etnik farklılaşma ile mezhep farklılıkları ile ilgilenmez. Öyle bir farklılaşmada taraf tutmaz.
* Doğu ve Güneydoğu Anadolu sorunu da, Kürt sorunu da Türkiye'nin demokratikleşme ve demokratik haklar sorunu ile iç içedir. Nitekim sorunların yoğunlaşarak arttığı dönem, demokrasinin askıya alındığı dönemdir.
* Kürt kimliğini kabul ederek kendine “Kürt kökenliyim” diyen yurttaşlara bu kişiliklerine hayatın her alanında istedikleri gibi ve özgürce belirleme hakkına sahip olmaları olanağı sağlanacaktır. Bu çerçevede anadil yasağı ile ilgili her türlü yasal düzenleme yürürlükten kaldırılacak, yurttaşların anadillerinde serbestçe konuşabilmeleri, yazabilmeleri, öğretebilmeleri, bu dillerde değişik kültür etkinliğinde bulunmaları güvence altına alınacaktır. Anadil yasağının kalkması ile anadillerin yurttaşların yaşamında özgürce kullanılması ve bu dillerde yayın yapılması olanağı sağlanmış olacaktır.
* Toplumdaki değişik kültür ve dillerin topluma, tarihe ve kültürlere saygı anlayışı içerisinde akademik bir çalışma olarak araştırılması devlet eliyle düzenlenecek, bu amaçla araştırma birimleri, enstitüler kurulacaktır.
----------------------------------------------------------------------
CHP’nin 1999-2001 raporları
“Etnik duyarlılıklara demokratik çözüm”
CHP'nin 1999 ve 2001 yılında bugün de genel sekreter yardımcılığı görevini yürüten Algan Hacaloğlu başkanlığındaki komisyonlar tarafından hazırlanan raporlarında yer alan bazı değerlendirme ve öneriler şöyle:
• Anadil(ler), kültür alanının olgusudur. Resmi dil ise kamu alanının ve siyasal birliğin aracıdır. Anadil ile resmi dilin aynı olması her zaman mümkün değildir. Türkiye'nin resmi dili, anayasal dili, ortak dilimiz Türkçedir. Ancak ülkemizde anadili Türkçeden farklı olan milyonlarca yurttaşımız bulunmakta olup, bunlar arasında Kürtçe, Zazaca önemli yer tutmaktadır.
• Terör iç ve dış bölgesel boyutları olan bir sorundur. Kürt sorunu ise ülkemizin çok kültürlü toplum olmasından kaynaklanan bir “ülke içi demokrasi” sorunudur. Çoğulcu demokrasi içinde, etnik duyarlılıklara demokratik çözüm anlayışıyla aşılması gereken bir temel sorundur.
• Bölgede olağan hukuka geçilmelidir: DGM'ler kaldırılmalıdır. Milli Güvenlik Kurulu'nun anayasal bir kurum olma özelliğine ve sivil otorite üzerindeki demokrasi ile bağdaşmayan üstün konumuna son verilmelidir. Köy koruculuğu tasfiye edilmelidir.
• Tüm siyasi görüşler özgürce örgütlenebilmelidir. Düşünce suç olamaz. Teröre doğrudan bulaşmamış olanlara genel af çıkmalıdır.
• Kürt kökenli yurttaşlarımız da dil, kültür, folklor ve kimliklerini koruma, geliştirme ve açıklayabilme kendi anadillerinde yazılı basın, radyo ve televizyon dahil her türlü medya aracılığı ile yayın yapabilme özel okullarda kendi anadilleri ile eğitim yapabilme Kürt dil ve kültürü üzerinde araştırma yapacak enstitüler ve benzeri kurumların kurulabilmesi haklarına kavuşmalıdırlar.
-------------------------------------------------------
CHP 2008 programı: Etnik kimlik şereftir”
“Asimilasyon değil, entegrasyon”
CHP'nin 2008 yılı Aralık ayında gerçekleştirilen program ve tüzük kurultayında kabul edilen “Çağdaş Türkiye için Değişim” başlıklı yeni programında şu görüşlere yer veriliyor:
“Etnik farklılıklar ülkemizin zenginliğidir. CHP, devletin etnik farklılıklar üzerine politikalar oluşturmasını benimsemez. Devletin görevi bütün etnik kimlikleri, din ve mezhep farklılıklarının üzerine çıkarak insanı odak yapan yaklaşımları ortaya koymak, ortak değerleri bulup çıkarmaktır. Ancak etnik kimliğini bireysel olarak vurgulamak isteyenleri saygıyla karşılar ve etnik kimliği insanların şerefi sayar. Asimilasyon değil, entegrasyon öngörüyoruz. Her etnik kökenden yurttaşımızın kendi özgür irade ve talepleri çerçevesinde; kendi anadilini özgürce kullanabilmelerine, özel dershaneler veya kurslar gibi kurumlar kurarak anadillerini özgürce öğrenebilmeleri ve öğretebilmelerine kendi anadillerinde gazete, dergi, kitap yayımlamaları ve diğer her türlü yazılı ve sözlü yayında bulunabilmelerine, müzik ve sanatın diğer dallarında faaliyette bulunabilmelerine Türkiye sınırları içinde yayın yapan radyo ve televizyon kurum veya kuruluşları üzerinden RTÜK'ün genel kuralları çerçevesinde kendi anadillerinde yayın yapabilmelerine değişik kültürel etkinliklerde bulunabilmelerine, kendi folklorlarını yaşatabilmeleri ve geliştirebilmelerine, tüm bu ve benzeri bireysel kültürel haklara özgürce ve dilediğince ulaşabilmelerine olanak tanımayı çağdaş demokrasi anlayışının gereği sayar.”
----------------------------------
Kılıçdaroğlu’nun “Özgürlük ve Demokrasi Bildirgesi”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçtiğimiz yıl açıkladığı 17 maddelik “Özgürlük ve Demokrasi Bildirgesi”nde yer alan öneriler şöyle:
Yüzde 10 seçim barajı kaldırılsın. Demokrasi ve insan haklarının önündeki engelleri temizleyelim. Milletin vekillerini liderler değil, millet seçsin. Düşünceyi ifade ve inanç özgürlüğü güvence altına alınsın. Toplantı, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü geliştirilsin. Din ve vicdan özgürlüğü korunsun, her inanca eşit imkan tanınsın. Basın özgürlüğü sağlansın. Tutuklu siyasetçi, gazeteci, öğrenci ayıbına son verilsin. Özel Yetkili Mahkemeler kaldırılsın. Yeniden yargılama yolu açılsın. Halkın vekillerine özgürlük verilsin. Gizli tanık hukukuna ve yasadışı dinlemelere son verilsin. Faili meçhul cinayetler çözümlensin. Nevruz resmi bayram olsun. Uludere katliamı aydınlatılsın, hesabı sorulsun. Diyarbakır’a cezaevi değil, müze yapılsın. Mayınlı araziler temizlenip köylülere verilsin.
-------------------------------
27-28-29 Temmuz 2014 tarihlerinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı