25 Şubat 2013 Pazartesi

Halil Savda: Yollar yürümekle aşınır, aşılır

Barış Yürüyüşçüsü Halil Savda...

Yollar yürümükle aşınır, aşılır...

Halil Savda vicdani retçi, barış yürüyüşçüsü. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde “Roboski katliamında hayatını kaybeden çocukların mezarlarının bulunduğu” Uludere’nin Gülyazı köyünden yola çıktı, Şırnak, Mardin’in Nusaybin ve Kızıltepe ilçeleri, Viranşehir Urfa, Gaziantep yolunu izledi, Osmaniye’ye geldiğinde “Buranın hassasiyetleri var” diye kente sokulmadı, daha sonra Adana ve Aksaray yolunu izleyerek 20 Ekim günü Ankara’ya ulaştı. 1300 kilometrelik yolu yürüyen Halil Savda, “Barış için küçük bir adım atıyorum. Bu adımı hep birlikte çoğaltabiliriz” diyor.
Savda, yürüyüşün ilk günlerinde “yolun dilini bilmediği için” fiziksel olarak zorlanmış. “Vücudum hamdı, ilk günler çok fazla yol almaya çalıştım ve ayakkabı tercihlerim yanlıştı. Bu nedenle ayaklarım patladı, şişti, bacaklarım beni taşıyamaz hale geldi. İlk günler açıkçası işkenceydi. Yolun dilini öğrendikçe, yol ile arkadaşlık etmeyi öğrendikçe işkence bitti, zorlukları aştım. Yolun güzelliği ile baş başa kaldım” diyor. Savda, niye yollara düştüğünü, yol arkadaşlarını ve yolu anlattı.
 
 Barış yürüyüşü sembolik bir eylem. Neden yollara düştünüz?

- Bu yürüyüşün ilhamı Bosna’dan. Srebrenitsa katliamından önce insanlar hayatlarını kurtarmak için Tuzla kentine gitmek istemişlerdi, katledildiler. O katliamın yıldönümünde her yıl insan hakları savunucuları o 110 kilomtrelik yolu yürüyorlar. Türkiye’de de 30 yıldır sürmekte olan çatışmalarda yaşanan insan hakları ihlallerini ve bu süreçte yaşanan katliamları, ölümleri, tahribatları kamuoyunda görünür kılmak ve bunlarla yüzleşmesilmesini sağlamak ve bir daha benzer katliamların, ihlallerin olmaması yönünde mesaj vermek birinci amacımızdı. İkincisi, sürmekte olan bu çatışma sürecinin barışa evrilmesine vesile olmak, Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümüne katkı sunmak için yola çıktık.
Yol arkadaşlarınız kimlerdi?

- Neredeyse bana eşlik etmeyen il kalmadı. Samsun’dan İbrahim Yaylalı yürüyüşün onuncu gününde katıldı. Yaylalı, 1994’te komandoyken Uludere’de çıkan bir çatışmada yaralanıyor ve PKK’lilerin eline esir düşüyor. 2.5 yıl onların elinde kalıyor. Artık bir savaş karşıtı. Serap Halvaşi Artvinli, ekonomist, bir erkek çocuk annesi, çocuğunun bu savaşın bir parçası olmaması için yürüdü. Bingöl Elmas Erzurum doğumlu, belgesel yönetmeni, çalıştığı filmin çekimlerini yarıda bırakıp barış sesinin yükseltilmesi için yürüyüşe katıldı. Sadece Türkiye’den değil, İngiltere’den, Srilanka’dan katılan arkadaşlar oldu. Sosyalistler, anarşistler, Müslümanlar, dinsizler vardı. Gürcü, Türk, Kürt, Arap, Alevi vardı. Vicdani redçiler, savaş karşıtları, insan hakları aktivistleri, feministler vardı. Kendini bunların hiçbirinde görmeyenler vardı. Nihilist arkadaşlar da yürüdüler.
Yol boyu nasıl tepkiler aldınız?

- Kiminle karşılaştıysak barışı kendilerinin de istediklerini söylediler. Urfa sınırlarına geldiğimizde dağda hayatını kaybeden bir PKK’linin cenazesi geliyordu. Gencin yakınlarına ait bir taksi önümüzde durdu. Aracın içinde iki genç ve yaşlı bir kadın vardı. Çatışmanın sona ermesini istediklerini, artık başka çocuklarını kaybetmek istemediklerini söylediler. Kadın ağladı, biz de onunla ağladık. Yine Pozantı’ya yakın Gülek beldesi var. Orada taşlı bir evin avlusunun önünden geçerken 60 yaşlarında bir kadın neden yürüdüğümüzü sordu. Anlattık. Kadın “Televizyonda asker ölümleri izlemekten bıktım. Artık askerlerimiz ölmesin, siviller ölmesin, dağdakiler ölmesin” dedi. Bunu derken ağlıyordu. Yürüyüşümüzün birçok yerinde kadınlar ellerini yukarı kaldırıp Allah’a barışın bir an önce gelmesi için yalvardı.
Osmaniye’de durduruldunuz, gözaltına alındınız. Neden?

- Osmaniye’ye kadar yol boyunca güvenlik güçlerinin, mülki amirlerin tavrı gayet olumluydu. Bahçe ilçesinin çıkışında kendisini ilçe emniyet müdürü olarak tanıtan sivil bir şahıs, sivil birkaç kişi ile gelerek “Valimizin kesin emri var Osmaniye’ye girmenize müsaade etmeyiz” dedi. Valinin yazılı emrini görmek istediğimizi söyledim, vermedi. Vali ile konuşmak istediğimi söyledim, bunun da mümkün olmayacağını söyledi. Nedenini sorduk, “Buranın hassasiyetleri var” dedi. “Antep’in de hassasiyetleri var, Urfa’nın da, Şırnak, Mardin’in de, oralarda yürüdük. Buranın hassasiyetleri neyse oraların da aynı hassasiyeti var” dedik ve yürüyeceğimizi söyledik. Hiçbir gözaltı işlemi yapılmadan, valinin kişisel tavrıyla hukuk dışı bir şekilde derdest edildik ve Osmaniye il sınırlarının dışına sürüldük.
Süleyman Demirel, bir zamanlar “Yollar yürümekle aşınmaz” demişti. Bu söz size ne ifade ediyor? Yürümekle barış gelir mi?

- Yollar yürümekle aşınır, aşılır. Demirel’in ifade ettiği bu söz bir kanıksatmayı ifade ediyordu. Her şeyi kabullenin, uğraşmayın, çaba göstermeyin önermesi var burada. Demirel her gelen darbede şapkasını alıp kaçtı. Mücadele etmedi, edemedi. Darbeleri, askeri vesayeti kanıksadı. Türkiye’de maalesef birçok konuda olduğu gibi savaş konusunda da bir kanıksama var. Ben buna “Demirel kültü” diyorum. Bu kültü aşmak önemli.
-----------------------------------------------------------------
Cumhuriyet Pazar Dergi'de  4.11.2012 tarihinde yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder